Kasım 2025'te Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın gerçekleştirdiği Washington ziyareti, ABD- Suudi Arabistan ilişkileri açısından stratejik bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. 2018'de yaşanan Cemal Kaşıkçı krizinin ardından uluslararası arenada istenmeyen/parya statüsüne itilen Veliaht Prens'in bu ziyaretle diplomatik anlamda küresel sisteme yeniden rehabilite edilmeye başladığı ifade edilebilir. Ziyaretin, 2024 seçimlerini kazanarak ikinci dönemine başlayan Başkan Donald Trump'ın yönetiminde gerçekleşmesi ise ilişkilere yeni bir dinamik kazandırmıştır. Bu çerçevede ziyaret, salt bir diplomatik temasın ötesinde, küresel jeopolitik ve jeoekonomideki dönüşümün somut bir tezahürü olarak görülebilir.
Siyasi ve Diplomatik Manzara
Ziyaretin siyasi gündemi, derinleşen bölgesel krizler ve Suudi Arabistan'ın artan diplomatik iddiaları çerçevesinde şekillenmektedir. En kritik başlığı, Filistin meselesi ve İsrail ile normalleşme sürecinin seyri oluşturmaktadır. Ekim 2023'te başlayan ve kitlesel sivil kayıplarla sonuçlanan Gazze'deki çatışmalar, Arap dünyasında derin bir tepkiye yol açmış ve Riyad-Tel Aviv yakınlaşma sürecini askıya almıştır. Veliaht Prens Muhammed bin Selman, bağımsız bir Filistin devleti perspektifi sunulmadan tam diplomatik ilişki kurulamayacağını açıkça beyan etmiştir. Bu durum, Suudi yönetiminin bölgesel hassasiyetlere verdiği önemi gösterirken, ABD'nin İbraham Anlaşmaları'nı genişletme stratejisi önünde önemli bir engel teşkil etmektedir. Suriye'deki rejim değişikliği ise bir diğer önemli gündem maddesini oluşturmaktadır.
2024 sonunda Beşar Esad rejiminin devrilmesi, bölgesel dengelerde köklü bir değişimin habercisi olmuştur. Suudi Arabistan, Suriye'yi Arap dünyasına yeniden entegre etme ve bölgesel liderlik iddiasını pekiştirme fırsatı elde etmiştir. Riyad'ın girişimleri sonucunda ABD yönetiminin yaptırımları kaldırma ve diplomatik temsili yeniden tesis etme yönündeki taahhütleri dikkat çekmektedir. Suudi şirketlerinin Suriye'nin altyapısının yeniden inşası için planladığı milyarlarca dolarlık yatırımlar, ülkenin bölgesel bir kalkınma merkezi haline getirilmesi stratejisiyle uyumluluk göstermektedir.
Sudan'daki iç savaş ve Lübnan'daki siyasi kriz de görüşmelerde ele alınan diğer önemli başlıklar arasında yer almaktadır. Suudi Arabistan'ın, ABD ile koordineli şekilde Sudan'da arabuluculuk misyonu üstlenmesi ve Cidde görüşmeleriyle sağlanan insani ateşkes, Riyad'ın bölgesel diplomasideki etkin rolünü pekiştirmektedir. Lübnan'a yönelik olarak ise koşulsuz mali destek yerine reform odaklı yaklaşım benimsenmekte ve ekonomik istikrar üzerinden nüfuz alanı genişletilmeye çalışılmaktadır.
Ekonomik Entegrasyon ve Teknoloji Jeopolitiği
Trump döneminde ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin temel eksenini ekonomi ve yatırım iş birlikleri oluşturmaktadır. Vizyon 2030 programı kapsamında Suudi Arabistan'ın petrol bağımlılığını azaltma ve dijital ekonomi ile yeşil enerji alanlarında küresel bir merkez haline gelme stratejisi, Amerikan şirketleri için önemli yatırım fırsatları yaratmaktadır. Washington'da düzenlenen Yatırım Zirvesi, bu ekonomik entegrasyonun somut göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Riyad yönetiminin 600 milyar doları aşan yatırım taahhüdü ve ABD'nin teknoloji transferi ile savunma sanayii alanındaki anlaşmaları, ilişkilerin karşılıklı bağımlılık temelinde şekillendiğini ortaya koymaktadır. Boeing'in Riyadh Air için gerçekleştirdiği filo modernizasyonu gibi mega projeler, bu iş birliğinin stratejik boyutunu teyit etmektedir. Ekonomik ortaklığın en dikkat çekici yönünü, yüksek teknoloji ve dijital eğlence sektörlerine yönelik stratejik yatırımlar oluşturmaktadır. Kamu Varlık Fonu PIF'in Electronic Arts'ı 55 milyar dolara satın alması, geleneksel enerji odaklı ekonomik modelden köklü bir dönüşümü simgelemektedir. Savvy Games Group kanalıyla oyun sektörüne aktarılan 38 milyar dolarlık kaynak, Suudi Arabistan'ın küresel kültür endüstrisinde yumuşak güç elde etme stratejisinin parçası olarak değerlendirilmektedir. Enerji alanında ise iki ülke arasında petrol piyasalarının istikrarının sağlanmasına yönelik koordinasyon mekanizmaları güçlendirilmekte, yeşil hidrojen üretimi gibi enerji dönüşümü projelerinde ortaklıklar tesis edilmektedir. Sivil nükleer enerji alanında ABD'nin teknik destek sağlama taahhüdü ise ilişkilerin stratejik derinliğini artıran bir diğer unsur olarak öne çıkmaktadır.
Güvenlik ve Savunma Paradigmasının Dönüşümü
Ziyaretin en stratejik boyutunu güvenlik ve savunma iş birliği müzakereleri oluşturmaktadır. F-35 savaş uçağı satışına ilişkin müzakereler, ABD'nin geleneksel olarak İsrail'in niteliksel askeri üstünlüğüne dayanan politikasında önemli bir revizyon anlamına gelmektedir. Suudi Arabistan'ın 48 adet F-35 talebinin değerlendirilmesi, bölgesel güvenlik mimarisinde köklü bir dönüşümün habercisi olarak görülmektedir. Diplomatik çevrelerde, İsrail'in güvenlik endişelerini gidermek amacıyla teslimat takviminin ertelenmesi veya sistemlerde yazılımsal kısıtlamalara gidilmesi gibi teknik çözümlerin tartışıldığı belirtilmektedir. Suudi Arabistan'ın çok taraflı savunma iş birliği stratejisi dikkat çekmektedir. Türkiye ile KAAN projesi kapsamında sürdürülen müzakereler, Birleşik Krallık-İtalya-Japonya ortaklığındaki GCAP programına katılım çabaları ve Pakistan ile derinleştirilen askeri iş birliği, Riyad yönetiminin alternatif tedarik kanallarını aktif şekilde değerlendirdiğini göstermektedir. Bu durum, Washington yönetimini daha kapsamlı bir güvenlik paketi sunmaya yönlendiren temel etkenlerden birini oluşturmaktadır. Müzakerelerde en kritik konuyu karşılıklı savunma taahhüdü oluşturmaktadır. Trump yönetiminin, Senato onayı gerektirmeyen ve başkanlık beyanı şeklinde formüle edilen bir güvenlik garantisi modeli üzerinde çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu model, NATO tipi bir ittifaktan farklılık göstermekle birlikte, ABD'nin Suudi toprak bütünlüğünü koruma yönünde somut taahhütler içermektedir. Gelişmiş hava savunma sistemleri, erken uyarı radar ağları ve hassas güdümlü mühimmat satışları da bu kapsamlı güvenlik paketinin diğer unsurlarını teşkil etmektedir. Bu gelişmeler, iki ülke arasındaki savunma iş birliğinin geleneksel silah tedarikinin ötesine geçerek stratejik ortaklık düzeyine yükseldiğini göstermektedir. Ancak İsrail'in güvenlik kaygıları ve Kongre'deki olası muhalefet, bu iş birliğinin geleceği açısından önemli risk faktörleri olarak değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın Kasım 2025 Washington ziyareti, ikili ilişkilerde çok boyutlu bir stratejik dönüşümün temsil etmektedir. Ziyaret, Cemal Kaşıkçı krizi sonrasında uluslararası arenada marjinalleşen Suudi yönetiminin diplomatik rehabilitasyonunu tamamladığını göstermekle birlikte, ilişkilerin geleneksel "petrol karşılığı güvenlik" paradigmasından çıkarak kapsamlı bir ortaklığa evrildiğini ortaya koymaktadır. Siyasi düzlemde, Filistin meselesinde bağımsız devlet koşulunun öne sürülmesi, Suudi Arabistan'ın bölgesel politikalarında bağımsız bir çizgi benimsediğini teyit etmektedir. Suriye'nin yeniden inşasındaki aktif rol ve Sudan ile Lübnan'daki diplomatik girişimler ise Riyad'ın bölgesel liderlik iddiasını pekiştirmektedir. Ekonomik alanda, 600 milyar doları aşan yatırım taahhüdü ve teknoloji transferi anlaşmaları, ilişkilerin karşılıklı bağımlılık temelinde kurumsallaştığını göstermektedir. Enerji dönüşümünden dijital eğlence sektörüne uzanan yatırımlar, geleneksel iş birliği kalıplarının ötesine geçildiğinin göstergesidir. Güvenlik boyutunda ise F-35 müzakereleri ve savunma garantisi arayışları, ilişkilerin stratejik derinlik kazandığını kanıtlamaktadır. Bu gelişme, bölgesel güvenlik mimarisinde köklü değişimlerin habercisi olarak değerlendirilmektedir. Sonuç olarak bu ziyaret, 21. yüzyıl diplomasisinde çıkar odaklı pragmatizmin egemen olduğu yeni bir jeopolitik çağın başlangıcını simgelemektedir. İki ülke, stratejik çıkarları doğrultusunda geçmişin yaralarını geleceğin fırsatlarına feda etmekte ve bölgesel dengeleri yeniden tanımlayan kapsamlı bir ortaklık inşa etmektedir.