Birleşik Krallık, İsrail yanlısı politikasına ara vermeden devam ediyor. Filistin'de Siyonist rejimin işgalini Balfour Deklarasyonu ile 1917'de kurumsallaştıran Krallık, Temmuz 2025'te Palestine Action'ı (Filistin için Eylem) “terör örgütü” ilan etti ve Yüksek Mahkeme'nin 2025 Temmuz'unda bu kararına karşı yapılan itirazı reddederek yasaklamanın yürürlüğe girmesine izin verdi. Bu karar Birleşik Krallık'ın hem güvenlik siyaseti hem de dış politika açısından Siyonizm desteğinin halka rağmen devam ettiğinin, dolayısıyla uzun süreli İsrail desteğinin halen bir örüntü olduğunu göstermektedir. 5 Temmuz 2025 itibarıyla resmen “yasaklı örgütler” listesine dahil edilen Palestine Action'a yönelik bu karar, Birleşik Krallık'ın Filistin meselesine ilişkin yüzyılı aşan tarihsel konumlanışıyla, İsrail'e yönelik güçlü siyasi, askeri ve ekonomik desteğiyle ve özellikle 7 Ekim 2023 sonrası Gazze'de yaşanan yıkım boyunca izlediği politik tutumla doğrudan bağlantılıdır. Dolayısıyla mesele yalnızca bir eylem grubunun hukuki statüsüyle sınırlı değil; aksine bu adım, modern İngiltere'nin Filistin dayanışmasını açık biçimde bastıran, terör tanımını politik çıkarlara göre genişleten ve demokratik alanı daraltan bir devlet pratiğine yöneldiğini göstermektedir.
Yasaklama Sürecinin Kronolojisi
Palestine Action'ın yasaklanması süreci, görünüşte tek bir eylemle başlamış gibi sunulsa da aslında daha geniş bir siyasi bağlamın ürünüdür. 20 Haziran 2025 sabahı, grup üyeleri Oxfordshire'daki RAF Brize Norton üssüne girerek iki askerî Voyager uçağının motorlarına kırmızı boya püskürttü. Bu eylem, sembolik olduğu kadar siyasal bir mesaj taşıyordu: uçakların Ortadoğu'daki operasyonlarda —dolaylı olarak İsrail'e lojistik destek sağlayan uçuşlarda— kullanıldığı iddiası, Filistin dayanışması açısından Brize Norton'u hedef haline getirmişti. İçişleri Bakanı Yvette Cooper bu eylemi hükümetin kırmızı çizgisi olarak ilan etti ve üç gün sonra, 23 Haziran 2025'te, Palestine Action'ın terör örgütü ilan edilmesi niyetiyle parlamentoya resmi bildirimde bulundu. Cooper'ın açıklamasında kullanılan argüman dikkat çekiciydi: Palestine Action'ın eylemlerinin “Birleşik Krallık'ın ulusal güvenliğini hedef aldığı” öne sürülüyor, uçağın boyanması “askeri kapasiteye ağır zarar verme girişimi” olarak tasvir ediliyordu. Oysa daha sonra ortaya çıkan belgeler, MI5'e bağlı Joint Terrorism Analysis Centre'ın (JTAC) Mart ayında yaptığı değerlendirmede, Palestine Action'ın “kişilere yönelik şiddeti savunmadığını”, eylemlerinin “mülke zarar verme düzeyinde kaldığını” ve örgütün “şiddet kapasitesinin düşük” olduğunu belirttiğini ortaya çıkardı. Parlamento bu adımı hızla onayladı: tasarı 2 Temmuz'da Avam Kamarası'ndan, 3 Temmuz'da Lordlar Kamarası'ndan geçti ve 5 Temmuz 2025'te Palestine Action resmen “yasaklı örgüt” ilan edildi. Böylece modern İngiliz tarihinde ilk kez şiddet içermeyen eylem yöntemlerine başvuran bir protestocu grubu, terörle mücadele yasaları kapsamında yasaklanmış oldu. Yüksek Mahkeme ise 10 Temmuz'da örgütün “yasaklamanın yürütmesinin durdurulması” başvurusunu reddetti. Böylece Palestine Action'ın temyiz süreci dışında hiçbir koruma mekanizması kalmadı ve terör örgütü ilan edilme kararı tam anlamıyla yürürlüğe girdi.
Britanya'nın Tarihsel Misyonu ve Gazze Soykırımı Bağlamında İsrail'e Verdiği Destek
Palestine Action'ın yasaklanmasının ardında, yalnızca güncel bir güvenlik tartışması değil; Birleşik Krallık'ın asırlık Filistin siyaseti yatmaktadır. 1917 Balfour Deklarasyonu'ndan itibaren Britanya, Filistin'in siyasal kaderini belirleyen temel dış aktörlerden biri olmuş; manda döneminde Filistinlilerin siyasi haklarını sistematik biçimde sınırlandırmış; günümüzde ise İsrail'in bölgesel askeri üstünlüğünü koruyan güvenlik düzeneklerine aktif katkı sunmuştur.
İngiltere özellikle 7 Ekim 2023 sonrası Gazze'de devam eden soykırım ve yıkım boyunca, İsrail'e yönelik askeri ve lojistik destekten geri adım atmamış; İngiliz yapımı parçaların İsrail savaş uçaklarında kullanıldığına dair iddialar gündeme gelmesine rağmen bu transferler durdurulmamıştır. Ayrıca Savunma Bakanlığı, sivil toplum örgütlerine rağmen İsrail'le ortak tatbikatları sürdürmüş, güvenlik iş birliğini resmen askıya almamıştır. Ekonomik ilişkilerde de benzer bir çizgi söz konusudur: İngiliz savunma şirketleri —özellikle Elbit Systems UK ile ortak faaliyet yürüten firmalar— hükümet tarafından stratejik sektörler olarak tanımlanmış, dolayısıyla eylemleri hedef alan Palestine Action doğrudan devlet çıkarlarına yönelmiş bir tehdit gibi çerçevelenmiştir.
Bu nedenle grubun terör örgütü ilan edilme kararı, hükümetin Gazze'deki yıkımı “soykırım riskine açık bir insani felaket” olarak tanımlayan uluslararası raporlara rağmen, İsrail'i destekleyen politik hattın sürekliliğini koruma arzusuyla bağlantılıdır. Filistin dayanışmasının yükselmesi, özellikle 2023–2025 döneminde İngiltere'de benzeri görülmemiş kitlesel protestolara yol açarak hükümet üzerinde ciddi toplumsal baskı meydana getirmiş; devlet ise bu baskıyı kontrol etmek için protestoyu güvenlik alanına çekme yoluna gitmiştir. Bu çerçevede “terör” tanımı, teknik bir güvenlik kavramı olmaktan kültürel ve politik bir araç haline gelmiş; mülke yönelik yıkıcı eylemler bile devletin dış politika çıkarlarını tehdit ettiği gerekçesiyle terör kategorisine dahil edilmiştir. Böylece İngiltere Avrupa'da, Filistin dayanışmasına yönelik en sert yasal müdahaleyi uygulayan ülke konumuna gelmiştir.
Protestonun Kriminalizasyonu ve Terör Tanımının Siyasi Niteliği
Yasaklama kararının ardından protesto dalgası büyümüş, Westminster Meydanı'nda binlerce kişi “Hepimiz Palestine Action'ı destekliyoruz” sloganlarıyla bir araya gelmiştir. Gösterilerin amacı yalnızca grubu terör örgütü ilan etme kararına yönelik değil; aynı zamanda devletin Filistin politikasının bütününe yönelik eleştiriler yatmaktadır. “Protesto hakkı terör değildir” ve “Soykırımı yasaklayın, protestoyu değil” pankartları, hükümetin söylemsel yaklaşımının toplumsal meşruiyet kriziyle karşı karşıya kaldığını göstermektedir. Bu süreçte polis müdahalesi de sertleşmiş; Ağustos ve Eylül aylarında toplamda bine yakın kişi “yasaklı örgüte destek” gerekçesiyle gözaltına alınmıştır. Aralarında 70 yaşını geçen protestocuların bulunması, devletin güvenlik aygıtının kimin “tehdit” olduğuna dair kriterlerinin genişlediğini; protestonun kendisinin kriminal bir eylem olarak çerçevelendiğini göstermektedir.
Krallık, Palestine Action'ı iki aşırı sağ örgütle aynı tanıma kararı paketine dahil ederek yasa sürecini siyasal manipülasyonun açık bir aracına dönüştürmüş; parlamentonun bu karara karşı çıkmasını zorlaştırmıştır. Bu taktiksel hamle, terör tanımının hukukî bir kategori olmaktan çok siyasal mühendislik aracına dönüştüğünü bir kez daha ortaya koymaktadır. Terör kavramının bu şekilde genişletilmesi, demokratik alanın sınırlarının devlet tarafından yeniden çizildiğini ve Filistin dayanışmasının meşruiyetinin giderek kriminalize edildiğini göstermektedir. Böylece protesto, yalnızca siyasal bir itiraz biçimi değil; devletin gözünde dış politika çıkarlarıyla çatışan bir güvenlik tehdidi olarak kodlanmıştır.
Sonuç olarak Palestine Action'ın 5 Temmuz 2025'te “terör örgütü” ilan edilmesi ve Yüksek Mahkeme'nin Temmuz ortasında bu karara itirazı reddetmesi, İngiltere'nin terörle mücadele örüntüsünü radikal biçimde genişlettiği bir eşiktir. Bu adım, Gazze'deki yıkım boyunca İsrail'e verilen politik, ekonomik ve askeri desteğin iç politikada yarattığı baskıyı yönetme girişimidir. Devlet, terör kategorisini siyasal ihtiyaçlara göre yeniden şekillendirerek protestoyu kriminalize etmekte; Palestine Action özelinde ise Filistin dayanışmasını sistematik olarak bastırmaktadır. Böylece İngiltere hem Ortadoğu'daki tarihsel rolünü sürdürmekte hem de içeride demokratik alanı daraltan yeni bir otoriter güvenlik paradigmasına doğru ilerlemektedir.