Devrim Sonrası Suriye’nin Pragmatik Siyasetini Anlamlandırmak

Devrim Sonrası Suriye’nin Pragmatik Siyasetini Anlamlandırmak

     Ortadoğu, son yıllarda benzeri görülmemiş bir dönemden geçmektedir. 7 Ekim 2023'ten beri İsrail'in artan saldırganlığı, onlarca yıldır görülmemiş bir yoğunluğa ulaşmış, Lübnan, Filistin, Suriye, İran gibi bölge ülkelerinden sonra İsrail, ateşkes görüşmelerine arabuluculuk yapan Katar'ı Eylül 2025'te ilk defa doğrudan hedef almış ve Hamas üyesi isimlere suikast girişiminde bulunmuştur.

     Bu saldırı, hem Amerikan askerlerine ev sahipliği yapan hem de ABD'nin yakın müttefiki olan bir Körfez ülkesini hedef alması nedeniyle, bölgesel güvenlik mimarisinde bir kırılma anı yaratmıştır. Mısır, Ürdün ve İbrahim Anlaşmaları ile Siyonist rejimle iş birliğini resmi boyuta taşıyan Birleşik Arap Emirlikleri gibi İsrail'in ortakları dahi bu eylemi sert biçimde kınamıştır. Siyonist saldırganlık sonrası Katar, Filistin, Lübnan, Suriye, İran, Tunus ve Yemen'in ardından İsrail'in sınır ötesi saldırılarından nasibini alan ülkeler listesine eklenmiştir. Ancak uluslararası toplum, tüm bu saldırılar karşısında caydırıcı bir kolektif tepki vermemiştir. Dolayısıyla her bölge ülkesi, güvenliğini ve çıkarlarını kendi imkânlarıyla koruma arayışına girmiştir.

     Bu bağlamda, en kritik örneklerden biri Suriye'dir. 2024'ün Aralık ayında, muhalif güçlerin ani ve hızlı ilerleyişi sonucunda Beşar Esad rejimi devrilmiş, Suriye baskıcı diktatörlükten özgürlüğe kavuşmuştur. Fakat on üç yıl süren iç savaşın ardından “kurtuluş” olarak görülen bu gelişme, aynı zamanda Suriye'yi yeni tehditlere açık hâle getirmiştir. İsrail, rejim değişikliğinin ardından Suriye'deki yeni yönetimin geçiş sürecindeki kapasite eksikliğinden faydalanarak Golan ve güneydeki varlığını genişletmiş, düzenli bombardımanlarla ülkenin egemenliğini zedelemiştir.

     İç savaşın yorgunluğunu üzerinden atamayan Suriye yönetimi ve halkı için İsrail saldırganlığı ve buna karşı cevap üretme büyük bir meydan okuma olarak görülmektedir. Yeni yönetimin temel sorusu hem devletin yeniden inşasını gerçekleştirmek hem de İsrail'in artan saldırganlığına karşı ülkeyi istikrara kavuşturmak olmuştur. Suriye'nin geçici hükümeti bu soruya ideolojik söylemler ya da maceracı dış politika ile değil, pragmatik bir çizgiyle cevap vermeyi tercih etmiştir. Bu anlamda Ahmed eş-Şara liderliğindeki Şam'daki yeni siyasal elit, ulusal çıkarı merkeze alan, çok boyutlu ve esnek bir yaklaşım benimsenmiştir. Bu strateji; ekonomik gerçekçilik, büyük güçler arasında denge ve bölgesel güvenlik iş birliği gibi sacayaklarına dayanmaktadır.


Ekonomiyi Önceleme


     Suriye'de iç istikrarın sağlanmasını, ekonomik toparlanmadan bağımsız düşünmek oldukça zor. Yeni Şam yönetimi, siyasi meşruiyetin ancak halkın günlük yaşamında somut iyileşmeler sağlanarak korunabileceğinin farkındadır. Bu nedenle ideolojik saflık yerine ekonomik çıkarları önceleyen bir dış politika tercih edilmiştir. Esad sonrası dönemde Suriye, uzun süre muhaliflere mesafeli duran Körfez ülkelerinden mali ve diplomatik destek almaya başlamıştır. Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri, Şam'a doğrudan ekonomik yardım ve yatırım taahhütlerinde bulunmuştur. Suudi Arabistan ve Katar, Suriye'nin dış borçlarını üstlenerek devlet memurlarının maaşlarını finanse etmiş, bu da yeni yönetim için nefes aldırıcı bir adım olmuştur. BAE ise özellikle Tartus Limanı'na yönelik büyük ölçekli yatırım projeleri açıklamış ve iş dünyasından heyetler göndermiştir.


     Bölgesel bu adımlar, Batı'nın yaptırımlarının kaldırılmasıyla birleşince daha da etkili olmuştur. ABD ve Avrupa Birliği, 2025'in başlarında Suriye'ye yönelik ağır ekonomik yaptırımları kaldırmıştır. Bu adım, ticaretin ve yatırımın önünü açarak Suriye ekonomisini uluslararası sisteme yeniden entegre etmiştir. Suriye'nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın Riyad'da dönemin ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesi bu sürecin dönüm noktası olmuştur. Görüşmenin ardından Washington, tüm yaptırımları kaldırmış ve Şam yönetimi, uzun vadede Batı ile normalleşme sürecine girmiştir.


     8 Aralık 2024 öncesi neredeyse kimsenin tahmin etmediği gelişmelerin yaşandığı Suriye'de, yeni yönetimin sembolik hamlelerden ziyade somut kazanımlara odaklandığını göstermektedir. Körfez monarşilerinin desteği, yalnızca mali açıdan değil, aynı zamanda Suriye'yi bölgesel ve küresel düzenin bir parçası hâline getirme amacıyla da büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda Suriye, aslında devrim karşıt olan Körfez'in lokomotif ülkeleri olan Suudi Arabistan ve BAE'yi ülkenin kalkınması için yatırımcıya dönüştürerek iç barışı sağlama, Suriye'yi normal bir ülke statüsüne çıkarma yolunda adım atmıştır.


Büyük Güçler Arasında Denge


     Suriye'nin pragmatik siyasetinin ikinci stratejik ayağı, küresel güçler arasında kurduğu dengedir. Batı ile ilişkilerin normalleşmesi, Suriye'yi uluslararası sistemde yeniden görünür kılarken; Rusya ile bağların korunması, ülkenin güvenlik mimarisinde önemli işlevsel bir kaldıraç olarak görülmüştür. ABD ile ilişkiler ise Trump–Şara görüşmesiyle ivme kazanmıştır. Washington yönetimi, Suriye'nin uluslararası sisteme dönüşünü kolaylaştırmış, özel temsilciler atayarak bölgesel başkentlerle temaslarını artırmıştır. Bu süreçte ABD, İsrail ile Suriye arasında dolaylı görüşmelere aracılık etmiş, özellikle güneydeki gerilimi azaltmak için ateşkes düzenlemeleri sağlamıştır. Her ne kadar İsrail saldırganlığı henüz durdurulamamış olsa da Suriye yönetimi ABD üzerinden bir meşruiyet arayışına girdiği söylenebilir.


     Diğer yandan, Moskova ile ilişkiler de tamamen koparılmamış; aksine yeni koşullara göre yeniden tanımlanmıştır. Rusya, Esad döneminde ülkeye ağır bir şekilde nüfuz etmiş olsa da yeni yönetim, ilişkileri daha dengeli kılmak istemektedir. Bu çerçevede Rusya, ekonomik ve diplomatik destekle Şam'a yaklaşırken, Suriye tarafı ise egemenliği zedeleyecek tek taraflı anlaşmaları gözden geçirmektedir. Ancak Rusya'nın Tartus ve Hmeymim üslerini korumasına izin verilmiş, böylece iki taraf arasında belirli bir iş birliği zemini korunmuştur. Bu denge politikası, Suriye'ye hem Batı'nın ekonomik desteğini hem de Rusya'nın diplomatik güvencesini kazandırmıştır. Böylece Şam, tek bir güce bağımlı olmaktan kaçınarak manevra alanını genişletmiştir.


Bölgesel İş Birlikleri ve İsrail Karşısında Stratejik Sabır


     Suriye'nin pragmatik siyasetinin üçüncü ayağı, bölgesel güvenlik politikalarıdır. Bu noktada en dikkat çekici gelişme, Türkiye ile hızla kurulan yakın iş birliğidir. Türkiye, iç savaş sürecinde muhalifleri destekleyerek Esad'ın devrilmesinde önemli rol oynamıştı. Esad sonrası dönemde ise Ankara, Şam için güvenlik şemsiyesi işlevi görmeye başlamıştır. 2025 yazında imzalanan kapsamlı savunma anlaşmaları, Türkiye'nin Suriye ordusunu yeniden yapılandırmasını öngörmektedir. Bu kapsamda Ankara, Suriyeli askeri personeli eğitmekte, silah ve lojistik destek sağlamaktadır. Böylece Suriye, yıkıcı iç savaşın ardından yeniden ayakta durabilecek bir savunma gücü inşa etme fırsatı bulmaktadır. Türkiye açısından bu iş birliği, İsrail'in artan saldırganlığına karşı bölgesel denge yaratma ve Kürt grupların etkisini sınırlama amacı taşımaktadır. Ankara, İsrail'in Suriye ve çevresindeki saldırılarını “bölgesel felaket riski” olarak değerlendirmiştir. Türkiye yaptığı açıklamalar ve açık uyarılarıyla Tel Aviv'i gerilimi tırmandırmaktan vazgeçirmeye çalışmaktadır. Bununla birlikte, olası çatışmaları önlemek için Türkiye ve İsrail arasında “çatışma önleyici mekanizmalar” üzerine de görüşmeler yapılmıştır.


     Şam açısından bu iş birliği, hayati bir zaman kazandırmaktadır. Yeni yönetim, İsrail'le doğrudan bir çatışmaya girmeden savunma kapasitesini geliştirmekte ve iç yeniden yapılanmaya odaklanmaktadır. Golan Cephesi'nde 1974'te imzalanan ateşkesin korunması, bu stratejinin bir parçasıdır. Böylece İsrail'e yeni bir savaş bahanesi verilmemekte, Suriye ise “stratejik sabır” politikasıyla zaman kazanarak bölgesel koalisyonunu güçlendirmektedir.


     Sonuç olarak devrim sonrası Suriye, hayatta kalmanın ve yeniden inşanın yolunu pragmatizmde bulmuştur. Bir yıl önce uluslararası alanda izole, ekonomik açıdan felç olmuş ve askeri gücü tükenmiş olan Suriye, bugün çok boyutlu bir stratejiyle bu tabloyu kısmen değiştirmiştir. Körfez ülkelerinden ekonomik destek almış, Batı ile ilişkilerini normalleştirmiş, Rusya'yı karşısına almadan dengeli ilişkiler kurmuş ve Türkiye ile stratejik iş birliğini derinleştirmiştir.

     Şam yönetiminin toplumsal yaraları sarmak, yerle bir edilen altyapıyı yeniden kurmak ve silahlı grupların tek bir ulusal ordu altında toplamak için uzun vadeli bir sürece ihtiyacı olması muhtemel. Bu süreçte İsrail tehdidinin devam edeceği, dolayısıyla Suriye'nin pragmatik adımlarını sürdüreceği beklenebilir.