Şam’daki Mar Elias Kilisesi Saldırısı ve Suriye’de Güvenlik Krizi Üzerine

Şam’daki Mar Elias Kilisesi Saldırısı ve Suriye’de Güvenlik Krizi Üzerine

22 Haziran 2025'te Suriye'nin başkenti Şam'da yer alan tarihi Aziz İlyas (Mar Elias) Rum Ortodoks Kilisesi önünde gerçekleşen intihar bombacısı saldırısında en az 25 kişi hayatını kaybetti, 63 kişi yaralandı. Saldırı sırasında kilisede ayin yapılmaktaydı ve saldırı Hristiyan toplumunu derinden sarstı. Birçok uzman bu saldırıyı, Suriye Hristiyanlarına yönelik 1860'tan bu yana gerçekleşen en ölümcül olayı şeklinde değerlendirmektedir. Aynı zamanda Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne göre iç savaş başladığından bu yana bir kiliseye yapılan ilk büyük saldırı niteliğindedir. Bu beraberinde özellikle azınlıklarda güvenlik endişesini tetikleyebilir. Bu trajik olay, yeni kurulan Şam hükümeti ile uluslararası aktörlere, Suriye'de güvenliği sağlamanın ne denli acil ve öncelikli bir mesele olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Saldırının Faili Kim?

Saldırının failiyle ilgili olarak, Şam hükümetinin açıklamaları ile basında yer alan farklı iddialar göz önünde bulundurulduğunda, net bir sonuca ulaşmak şu aşamada güç görünmektedir. Ancak, hem hükümetin resmî açıklamaları hem de basına yansıyan bilgiler üzerinden bazı olasılıkları değerlendirmek mümkündür.

Suriye hükümet yetkilileri ilk andan itibaren olayı sert biçimde kınadı. Güvenlik güçleri failleri bulmak için yoğun bir operasyon başlattı. İçişleri Bakanlığı'na bağlı ekipler ve Genel İstihbarat yetkilileri, patlamadan bir gün sonra Harasta ve Kafr Batna civarlarında radikal gruplara yönelik baskınlar düzenledi. Bu operasyonlarda altı şüpheli yakalanmış, ikisi öldürülmüş, çok sayıda silah, patlayıcı yelek ve mayın ele geçirilmişti. Elde edilen teknik bulgulara göre, yakalanan hücrenin Zeynebiyye Şii türbesini hedef almayı planladığı da ifade edildi.

Suriye yönetimi, İçişleri Bakanlığı sözcüsü aracılığıyla saldırının arkasında IŞİD'in olduğunu duyurdu. Fakat Saraya Ensar es-Sünne isimli bir örgüt de saldırıyı üstlendiğine dair bildiri yayınladı. Bununla birlikte Suriye hükümeti adli soruşturmanın devam ettiğini belirterek Saraya Ensar es-Sünne diye bir örgütün olmadığını, suçluların doğrudan IŞİD'le bağlantılı olduğuna dair beyanda bulundu. Aralarında “Ebû İmad el-Cumeyli” kod adlı bir militanın da bulunduğu hücrenin Humus bölgesinin “IŞİD lideri” olduğu ileri sürüldü.

Buna karşın Saraya Ensar es-Sünne, Suriye hükümetinin bu anlatısını reddetti. Hükümet yetkilileri ise saldırıdan etkilenen “IŞİD hücrelerinin” HTŞ yönetimine tabi olmayan paralel bir yapı içinde hareket ettiğini savundu. İçişleri Bakanlığı sözcüsü Nureddin el-Baba, basın toplantısında “Saraya Ensar es-Sünne bağımsız bir grup değil, IŞİD'le ilişkili bir cephe oluşumu” iddiasını dile getirdi. Bütün bunlardan hareketle saldırılarla adı anılan Saraya Ensar es-Sünne grubuna bir göz atmakta fayda var.

Saraya Ensar es-Sünne (Sünni Destekçileri Tugayı) kendileri hakkında az bilginin olduğu örgüttür. Örgütün 1 Şubat 2025'te HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) içinden ayrılan İslamcı lider kod adı Ebu Ayşe el-Şami tarafından kurulduğu söylenmektedir. Saraya Ensar es-Sünne'nin, Şii ve Alevi karşıtı bir dünya görüşüne sahip olduğu olduğuna dair bir anlatı söz konusudur. Nitekim Telegram üzerinden yayınlanan kuruluş bildirgesinde, Suriye'deki Şii Müslümanlar ve Alevilerin ülke topraklarından 'tamamen ortadan kaldırılmasının' hedeflendiği açıkça ifade edilmiştir. Bunu destekler biçimde örgüt, kuruluşundan beri Alevi ve Şii köylerine saldırılar düzenlediğini bildirmiş, hatta Hama kırsalında Şii köyünde kimliği belirsiz kişilerce yapılan bir saldırıyı üstlenmiştir. Amerikan Savaş Araştırmaları Enstitüsü'nün değerlendirmesine göre de Saraya Ensar es-Sünne, İŞİD'le benzer aşırıcı ideolojiyi benimsemiş görünmekte ancak fiilen ittifak etmediğini iddia etmektedir.

Grubun hedef kitlesi yalnızca Şii ve Alevilerle sınırlı değildir; örgüt kendi beyanında Dürzî ve Hristiyanları da İslam dışı olarak tanımlamış, bu gruplara yönelik düşmanlığını vurgulamıştır. Saldırıdan önce örgüt Der'a ve Humus çevresinde Esad rejimine bağlı eski güvenlik görevlilerine suikastlar düzenlemiş, bu kişilerin isimlerini Telegram üzerinden hedef gösteren “arananlar listeleri” yayımlamıştır. Örgütün merkezi bir komuta yapısı yoktur; hücreler halinde çok sayıda küçük otonom grup olarak faaliyet göstermektedir. Bu da onun bir bilgi operasyonu veya küçük çaplı milis ayaklanması olabileceğine işaret etmektedir.

Örgüt mensuplarının önemli bir kısmı eski HTŞ üyelerinden veya Geçici Hükümet'e karşı çıkan El-Katib Cemaati gibi gruplardan geldiği düşünülmektedir. Örneğin örgütün Şeriat sorumlusu Ebu el-Fetih el-Şami bir röportajda örgütün kökenini HTŞ'den ayrılanlardan oluştuğunu, eski birliklerden katılımlar olduğunu açıklamıştır. Yine bu kaynaklar örgütün Lübnan'ın Trablus kenti başta olmak üzere Suriye dışına da uzanmayı planladığını göstermektedir. Özünde ideolojik olarak El-Kaide geleneğine yakın duran grup, Suriye'deki yeni hükümeti “radikal değişimi erteleyen” bir konumda görmekte, şimdilik doğrudan Esed sonrası geçiş hükümetinin askeri hedeflerine yönelmekten kaçınmaktadır.

Saldırının Motivasyonları, Hedefleri ve Anlamı

Örgüt, saldırıyı üstlenirken gerekçesi olarak “Şam'daki Hristiyanların yaptığı kışkırtmaları” gösterdiğini duyurmuştur. Örgüt, Mart ayı sonunda Mar Elias Kilisesi önünde yüksek sesle Kuran âyetleri okunması ve bazı Selefi grupların izinsiz İslamî propaganda girişimlerinin ardından hükümetin bu tür faaliyetleri yasakladığını belirtmiş, saldırının bu yasağa tepki olarak düzenlendiğini açıklamıştır. Bu iddia, belli bir provokasyona karşılık verildiği şeklinde yansıtılsa da arka planında tamamen ideolojik bir motivasyon vardır. Örgütün hedef seçimi ve saldırının hedef bölgesi, Suriye'deki azınlıklar üzerinde korku yaratma stratejisiyle uyumludur.

Saldırıyı İŞİD'in yaptığını belirten Suriye yönetimi ise, kilise saldırısını düzenleyen intihar bombacılarının daha önce el-Hol kampında bulunduğunu açıklamıştır. Suriye'nin kuzeydoğusundaki bu kamp, IŞİD mensupları ve yakınları için tutulma merkezi konumundadır. Bu iddia, ABD öncülüğündeki koalisyonun işlevine dair tartışmaları alevlendirecek niteliktedir. Zira el-Hol kampı büyük oranda SDG (Suriye Demokratik Güçleri) denetimindedir ve kamp yönetimi yıllardır terör örgütü SDG güçlerinin elindedir. Hükümetin bu bağlantıya dikkat çekmesi, ABD destekli SDG ile Şam arasındaki hassas dengeyi zedeler niteliktedir. Suriyeli yetkililere göre saldırganlar bu kamptan çıkarak Şam'a intikal etmiş, beraberinde bir başka bombacıyı daha getirmişlerdir. Her ne kadar SDG bunu reddetmiş olsa da IŞİD'in Suriye'de -üstelik başkent Şam'ın merkezinde- bombalı saldırı gerçekleştirebilmesi, SDG'nin varlık gerekçesini güçlendirme amacına hizmet ediyor gibi görünmektedir. Bu durum, SDG'nin IŞİD kartını kullanarak Batılı aktörlere, Şam yönetiminin IŞİD'le mücadelede yetersiz kalacağı ve bu nedenle kendilerinin sahada varlıklarını sürdürmeleri gerektiği yönünde bir mesaj vermeye çalıştığı şeklinde okunabilir.

Kim tarafından yapılmış olursa olsun bu kanlı saldırı esasında yeni hükümetin istikrarı sağlamadaki rolüne darbe indirmeyi hedefliyor görünmektedir. Şu açıktır ki bu tarz saldırılar toplumsal uzlaşıyı sekteye uğratma potansiyeline sahiptir. Nitekim 2011'den bu yana görülmemiş bir biçimde ilk defa bir kilise hedef alınmıştır. Bu durum, nüfusunun önemli bölümü göç etmiş Suriye'de kalan Hristiyanların da korkularını artırmıştır. Öncelikle ölenler arasında cemaat mensuplarının olması büyük üzüntü yaratmış; olay hemen ertesi gün Şam sokaklarında protestolara yol açmıştır. Saldırı, Birleşik Krallık merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi gibi kuruluşlara göre “Hristiyan cemaatini” derinden sarsmış ve “diğer azınlıkları da hedef alarak terör yayıcı” bir biçimde yorumlanmıştır. Bu gelişme, ülkenin birleştirilmesi için ulusal diyalog adı altında yapılan kısıtlı görüşmelerin de yetersiz olduğu eleştirilerine yol açmış; halkın bir bölümü yeni yönetimi olayda ihmalkâr ya da daha da kötüsü işbirlikçi olmakla suçlamıştır.

Saldırıyla, hükümetin tüm toplumsal kesimleri kapsama yönündeki hedefinin akamete uğratılması ve hükümetin daha otoriter bir çizgiye çekilmesinin amaçlandığı ileri sürülebilir. Bu durum, uluslararası toplumda hükümete dair son dönemde gelişen olumlu kanaatleri tersine çevirmeye yönelik bir çaba olarak da değerlendirilebilir. Özellikle Hristiyan toplumu hedef alınarak, toplumsal uzlaşı zemininde dışlanmaları ve bu yolla Batı kamuoyunda Şam yönetimine ilişkin algının olumsuz yönde değiştirilmesinin hedeflendiği söylenebilir.

Saldırının Suriye açısından bir diğer anlamı, yeni yönetimin güvenliği sağlama kapasitesinin ciddi şekilde sınanmış olmasıdır. Nitekim, Mart 2025'te Sahil bölgesinde yaşanan olaylarda da görüldüğü üzere, güvenlik zaaflarının hâlâ gündemde olduğu bir dönemde gerçekleşen bu trajik gelişme, yeni hükümetin güvenlik kapasitesine yönelik şüpheleri daha da derinleştirmiştir. Bu yönüyle Mar Elias saldırısı, Suriye'deki geçiş sürecini zayıflatıcı ve toplumsal güveni aşındırıcı bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Güvenliğe dair endişelerin artması, yatırımların büyük ölçüde güvenlik ortamına bağlı olduğu dikkate alındığında, ekonomik iyileşmeyi de geciktirecektir. Dolayısıyla bu tür saldırıların sadece siyasi değil, aynı zamanda sosyoekonomik yapıya yönelik bir tehdit oluşturduğu açıktır.

Gelecek Senaryoları ve Politik Çıkarımlar

Bu saldırının Suriye'de geleceği nasıl şekillendireceği henüz belirsizdir, ancak bazı olası senaryolar öne çıkmaktadır. Bir ihtimal, Saraya Ensar es-Sünne'nin gerçekten bağımsız küçük bir milis ağı olarak hareket etmesi ve şiddetini kendi sınırları içinde sürdürmesidir. Böyle bir durumda, Şara hükümeti ve ordu etkin önlemler alırsa, Saraya Ensar es-Sünne diğer benzer gruplar gibi kısa sürede dağıtılabilir. Geçmişte İdlib'te Saraya Ensar Ebu Bekr es-Sıddik gibi örgütler HTŞ tarafından baskı altında bırakılınca ortadan kalkmıştı. Ancak Suriye'nin tamamını güvence altına almak tek bir vilayetinkinden çok daha zordur; dolayısıyla bu senaryoda bile benzer hücre saldırıları riski devam edebilir. Saraya Ensar es-Sünne'nin bugün adının “dünya terör haritasına” girmiş olması, benzer fikri yapılar için caydırıcı olabilecektir.

Diğer bir senaryo, Saraya Ensar es-Sünne'nin IŞİD'in örtülü bir uzantısı veya “cephe grubu” olmasıdır. Eğer grup gerçekte IŞİD yönlendirmesinde hareket ediyorsa, saldırıyı üstlenerek örgütün gücünü gizlediği düşünülebilir. Bu durumda ABD ve müttefikleri IŞİD'in saldırılarını küçümsemeye çalışıp asıl kapasitesini sakladığını değerlendirmelidir. Önümüzdeki dönemde benzer saldırılar yaşanırsa, bu stratejinin bir parçası olabilir. Bu durumda ABD ve koalisyon güçlerinin Suriye'de kalıcı istihbarat iş birliğini sürdürmesi, el-Hol kampındaki istihbarat paylaşımlarını güçlendirmesi kritik olacaktır. Zaten Şara hükümetine vaaz hakkı olmayan bölgelerde güvenliği artırma, saldırıya uğrayan kilisenin yeniden inşasını destekleme ve bütünleşme sürecini hızlandırma gibi öneriler birçok kurum tarafından bulunmuştur.

Bir diğer güvenlik senaryosu, saldırının tekil bir olay olarak kalmasıdır. Yani Saraya Ensar es-Sünne eğer sınırlı sayıda militanla faaliyet gösteriyorsa ve hükümet ciddi önlemler alırsa, bu tip saldırılar bir süre için durabilir. Ancak toplumsal travma ve güvensizlik devam ettiği sürece, radikal unsurların hücreleşerek faaliyetlerini sürdürme ihtimali mevcuttur. Uluslararası gözlemciler, Şam yönetiminin yargılama süreçlerinde şeffaf davranıp geçiş sürecini gerçek adalet mekanizmalarıyla ilerletmesini, bu tür olayların tekrar etme riskini azaltacak temel adımlar olarak görüyor.

Son olarak, bu saldırı Suriye'deki azınlık güvenliği ve bölgesel dengeler açısından “test” niteliğinde görülmelidir. IŞİD'in Mara el-Nabi ve Suriye içi eylemlerini örgütlemeye devam ettiği bir ortamda, özellikle ABD'nin geri çekilme zamanlaması yeniden değerlendirilebilir. Amerikan ve bölge müttefiklerinin Suriye'nin istikrarı için askerî varlığını sürdürmesi ve istihbarat desteğini sıklaştırması gerektiği uyarısı defalarca zikredilmiştir. Zira Kilise Saldırısı gibi eylemlerle amaçlanan, farklı topluluklar arasında güvensizlik ve korku tohumları ekmektir. Bu nedenle uluslararası toplum, saldırının mağdurlarına ve hedef alınan topluluklara güvence verme, Suriye yönetimiyle iş birliğini güçlendirme ve radikal şebekelerin mümkün olduğunca erken tespit edilmesi yönünde adımlar atmalıdır. Sonuç olarak, Şam'daki bu menfur saldırı sadece Hristiyan topluluğu değil, ülkenin tüm geleceği için bir uyarı anlamı taşıyor. Güvenliğin sağlanması, toplumsal uzlaşma ve adaletin tesis edilmesi konusunda atılacak adımlar, Suriye'nin yeniden yapılanma sürecinin kaderini belirleyecektir.