Gazze Şeridi, son yıllarda İsrail ile Filistinli direniş grupları arasında defalarca ateşkes yapılıp bozulmasına sahne oldu. Özellikle İsrail işgal ordusunun, varılan ateşkes anlaşmalarını kısa süre sonra ihlal etme eğilimi ise dikkat çekmekte. Örneğin 2008 yılında Mısır arabuluculuğunda sağlanan ve Haziran'dan Kasım'a kadar süren kırılgan bir ateşkes, Kasım 2008'de İsrail'in gerçekleştirdiği bir baskınla sona erdi. İsrail işgal güçlerine bağlı birliklerin Gazze'de bir tüneli hedef alarak altı Hamas mensubunu öldürmesi ile başlayan saldırganlık Hamas'ın roket saldırılarıyla karşılık vermesiyle sonuçlandı ve kısa süre sonra geniş çaplı bir savaşın zemini hazırlandı. İsrail'in Dökme Kurşun Operasyonu Hamas'ın Furkan Savaşı olarak tanımladığı bu hiyerarşik savaşın başlamasına İsrail'in ateşkesi ihlal etmesi sebep olmuştu. Benzer şekilde, Kasım 2012'de birkaç günlük sükunetin ardından İsrail'in Hamas askerî kanat lideri Ahmed Câberî'ye düzenlediği suikast yeni bir çatışma dalgasını tetiklemişti. Bu tür olaylar, ateşkesin İsrail tarafından taktik gerekçelerle bozulduğuna dair çarpıcı örneklerdir.
Yakın dönemde de benzeri görülmüştür. 2025 yılı başında Gazze'de sağlanan ateşkes anlaşmasına rağmen, sahadan gelen görüntüler İsrail işgal güçlerinin ateşkes koşullarını defalarca ihlal ettiğini göstermektedir. Ateşkesin ilk birkaç haftasında onlarca ihlal yaşandığı, İsrail saldırıları nedeniyle siviller dahil çok sayıda Filistinlinin öldürüldüğü bildirilmiştir. Gazze kaynakları, ateşkesin ilk 10 gününde 80'den fazla ihlal yaşandığını ve yaklaşık 100 Filistinlinin bu ihlaller sonucu öldüğünü belgelemiştir. Sivil bölgelere ateş açılması, hedef gözeten bombardımanlar ve ani baskınlar gibi uygulamalar, ateşkes döneminde bile İsrail'in saldırgan tutumunu sürdürdüğünü göstermektedir. Gazze örneğinde görülen bu durum, İsrail açısından ateşkesin bağlayıcı bir barış süreci değil, geçici ve şartlara bağlı bir mola olarak algılandığını ortaya koymaktadır.
Önceki Cepheler: Lübnan ve Suriye Örnekleri
İsrail'in ateşkes anlaşmalarını ihlal etmesi, sadece Gazze'ye özgü bir olgu değildir. Tarihsel olarak Lübnan, Suriye ve diğer cephelerde de benzer bir süreklilik göze çarpar. 1981-1982 döneminde Lübnan'da Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile ilan edilen bir ateşkes aylarca korunmuş, fakat İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron bu süre zarfında FKÖ'yü kışkırtmak amacıyla defalarca küçük çaplı saldırılar düzenlemiştir. FKÖ büyük ölçüde itidalli davransa da Haziran 1982'de Şaron beklediği bahaneyi farklı bir olayda bularak Lübnan'ı geniş çaplı biçimde işgal etmiştir. Sonradan anlaşıldığı üzere İsrail'in Londra'daki bir suikast girişimini FKÖ'ye mal edip ateşkesi bitirmesi, planlanmış bir stratejinin ürünüdür. Sonuçta on binlerce sivilin İsrail tarafından öldürüldüğü uzun bir savaş yaşanmıştır. Bu durum, ateşkes dönemlerinin İsrail tarafından stratejik hedeflere ulaşmak için sona erdirilebildiğine dair çarpıcı bir gösterge olarak görülebilir.
Benzer şekilde Suriye cephesinde de İsrail, ateşkes ihlalleri siciline sahiptir. 1973'te Yom Kippur Savaşı'nı sonlandıran ateşkes kararının hemen ardından, ABD'li yetkililerin örtük onayıyla İsrail ordusu saldırıyı sürdürüp Süveyş Cephesi'nde Mısır'ın 3. Ordusu'nu kuşatmıştır. Bu hamle, İsrail'in ateşkesi avantaj sağlamak uğruna ihlal ettiğini göstermiştir. 1967 yılında ise İsrail, gergin ama çatışmasız bir durumu kendi lehine bozarak komşularına ani bir saldırı başlatmış (Altı Gün Savaşı) ve Sina Yarımadası, Doğu Kudüs ile Golan Tepeleri dahil geniş toprakları işgal etmiştir. İsrail'in bu ‘önleyici savaş' doktrini, 1949'daki ateşkes düzenlemelerini hiçe sayan tek taraflı bir ihlal anlamına gelmektedir. Yine 1956'daki Süveyş Krizi sırasında İsrail, İngiltere ve Fransa ile iş birliği içinde Mısır'a saldırarak ateşkes koşullarını yok saymış; ancak uluslararası baskı sonucunda geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Bu örnekler zinciri veya örüntüsü, İsrail'in farklı cephelerde ateşkesleri bozma yönündeki tutumunun sürekliliğini ortaya koymaktadır. 1949'dan günümüze dek neredeyse her ateşkes veya fiili sükûnet döneminde, İsrail siyasi ve askeri liderliği fırsat gördüğünde sınır ötesi operasyonlar, suikastlar veya provokatif hamlelerle durumu kendi lehine çevirmeye çalışmıştır. Lübnan sınırındaki rutin ihlaller veya Suriye topraklarına yönelik hava saldırıları gibi eylemler, resmî ateşkes anlaşmalarını kâğıt üzerinde bırakmakta ve bölgede çatışma halini kronik bir olguya dönüştürmektedir.
İsrail'in Güvenlik Doktrininde Ateşkeslerin Yeri
İsrail'in ateşkes ihlallerini sıkça tekrarlamasının ardında, Siyonist rejimin kendine özgü ‘güvenlik anlayışı ve askeri-siyasi doktrini' bulunmaktadır. İsrail, kuruluşundan itibaren varlığını tehdit altında gören bir ulus algısıyla hareket etmiş ve “güvenlik” kavramını sadece savunmada kalmak değil, proaktif saldırılarla düşmanı etkisiz kılmak şeklinde yorumlamıştır. Bu yaklaşımın kökenleri 1930'lu yıllara kadar uzanmaktadır. Revizyonist Siyonist lider Ze'ev Jabotinsky'nin ortaya attığı “Demir Duvar” doktrinine göre, Filistinli Arapların bir Yahudi devletinin varlığını kabullenmeleri ancak karşılarında aşılmaz bir askeri güç duvarı gördüklerinde mümkün olabilir. Bu fikir zamanla ana akım Siyonist liderlerce de benimsenmiştir. İsrail Filistin topraklarını işgal yoluyla kurulurken, komşu Arapların direnişini kırmak için anlaşmalardan ziyade askerî güç kullanımına dayalı bir strateji kurumsallaştırılmıştır.
İsrail'in resmî güvenlik doktrininde “kesin zafer” ve “caydırıcılık” ilkeleri merkezde yer almaktadır. Buna göre Filistinli veya işgale karşı direnecek her ‘düşmanı' tamamen yılgın hale getirecek hızlı ve ezici güç kullanımı hedeflenmektedir. Bu bakış açısında ateşkes anlaşmaları, nihai barışın yapı taşı olmaktan ziyade çoğu zaman “savaş arası mola” olarak değerlendirilmektedir. 2023'teki Gazze soykırımında ‘insani ara/ humanitarian pause' olarak ifade edilen bu anlayış çokça zikredilmiştir. Birçok İsrail işgal ordusu müntesibi, ‘düşmana' toparlanma fırsatı vermenin tehlikelerine dikkat çekerek, gerekli gördüklerinde önleyici darbelerle statükoyu bozmayı tercih edeceklerini dile getirmiştir. Üst düzey isimler zaman zaman Gazze'ye yeniden saldırmanın “şartlar olgunlaştığında kaçınılmaz” olduğunu söyleyebilmiştir; bu açıklamalar, ateşkesin kalıcı bir huzurdan ziyade geçici bir hazırlık evresi olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır. Ayrıca İsrail strateji literatüründe kullanılan “çimleri biçmek” metaforu, özellikle Gazze'de ‘düşmanın' tamamen yok edilemese bile belirli aralıklarla “biçilmesi”, yani askeri kapasitesinin budanması gerektiği fikrini ifade etmektedir. Bu yaklaşım da ateşkes sonrası dönemlerin, karşı taraf güçlenmeden önce yeni bir İsrail harekâtı için fırsat olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır.
Genel olarak İsrail, güvenliğini sağlama konusunda uluslararası anlaşmalardan çok kendi caydırıcılık gücüne ve inisiyatif üstünlüğüne odaklanmaktadır. Siyonist rejim ateşkes ihlallerini de çoğu zaman “önleyici savunma” veya “misilleme” söylemiyle meşrulaştırmaktadır. Resmî açıklamalarda ihlaller, genellikle karşı tarafın ateşkesi suistimal ettiği veya yeni saldırılar planladığı iddiasıyla gerekçelendirilmektedir. Bununla birlikte, tarihsel vakaların pek çoğunda ilk ateş açan tarafın İsrail olduğu görülmektedir. İsrail'in stratejik kültüründe “en iyi savunma saldırıdır” anlayışı kökleşmiştir. Siyasi ve askerî elit, savaşı ve güç kullanımını zaman zaman kaçınılmaz ve haklı bir araç olarak sunmuştur. Böyle bir doktrin ortamında, ateşkes anlaşmalarına tam sadakat göstermek yerine ihtiyaç hissedildiğinde bozmak, gayri resmi bir uygulama haline gelmiştir.
İhlallerin Önlenememesinin Nedenleri
İsrail'in ateşkes ihlallerini engellemek neden bu kadar güç olmaktadır? Bu sorunun cevabı büyük ölçüde uluslararası sistemin ve bölgesel güç dengelerinin tutumunda gizlidir. İsrail, ABD'nin yakın müttefiki olduğundan uluslararası toplumun ciddi yaptırımlarına maruz kalmadan hareket edebilmektedir. BM'nin kınamaları da pratikte sonuç vermemektedir; büyük güçler İsrail'e bedel ödetmeye yanaşmamaktadır. Bu durumun temelinde cezasızlık olgusu yatmaktadır. İsrail, ihlallerini “meşru müdafaa” söylemiyle savunarak ve Washington gibi baş aktörlerin diplomatik korumasını arkasına alarak, ateşkes bozmanın yaptırımlarını bertaraf edebilmiştir.
Bölgesel dengeler de İsrail'i durduramamaktadır. Arap devletleriyle girişilen büyük savaşların çoğunu İsrail'in kazanmış olması, komşuların İsrail'i askeri yollarla cezalandırma veya caydırma ihtimalini oldukça düşürmüştür. Lübnan'daki Hizbullah ya da Gazze'deki Hamas gibi aktörler zaman zaman misilleme kabiliyeti gösterse de İsrail'in üstün askerî gücü karşısında bu grupların etkisi sınırlı kalmaktadır. Dolayısıyla, İsrail ateşkes ihlali kararı aldığında gerek uluslararası gerek bölgesel aktörlerin bunu engelleme ihtimali çok düşük olduğu gibi, İsrail liderliği de muhtemel tepkileri göze alabilmektedir.
İç politik dinamikler de bu tablonun bir parçasıdır. İsrail toplumunda güvenlik endişesi daima ön plandadır ve kamuoyu nazarında sertlik politikaları çoğunlukla destek bulmaktadır. Bu nedenle, bir ateşkesin bozulması yöneticiler açısından ciddi bir siyasi bedel yaratmamaktadır. Hatta hükümetler, aşırı sağ ortaklarının baskısıyla ateşkese bağlı kalmayı "zayıflık" sayıp daha sert adımlar atabilmektedir.
Sonuç
İsrail'in Gazze'de ve geçmişte Lübnan, Suriye gibi cephelerde sergilediği ateşkes ihlalleri bir arada değerlendirildiğinde, bunun tesadüfi değil, tarihsel süreklilik gösteren bir stratejinin parçası olduğu görülmektedir. 1930'lardan itibaren şekillenen Siyonist düşünce, askeri gücü mutlak güvenliğin garantisi saymış ve gerektiğinde anlaşmaları hiçe saymayı mazur gören bir zihniyeti beslemiştir. Bu zihniyet, devletin güvenlik kurumlarında doktrinel bir norm haline gelmiştir. Ateşkes anlaşmalarını ihlal etmek, İsrail'in güvenlik anlayışında sadece bir kural ihlali değil, bazen kaçınılmaz bir “önleyici” hamle olarak kabul görmektedir.
Bu stratejik tercih, kısa vadede İsrail'e bazı taktik avantajlar sağlamış olsa da uzun vadede bölgedeki çatışma döngüsünü pekiştirmektedir. Ateşkeslerin kalıcı barışa evrilmemesi; aksine her defasında tarafların bir sonraki raunda hazırlandığı kısa molalar şeklini alması, Ortadoğu'da istikrarlı bir çözüm umudunu zayıflatmaktadır. İsrail'in ateşkesleri ihlal etmeyi adeta kurumsal bir alışkanlık haline getirmesi, komşu halklar nezdinde güvensizliği derinleştirmekte ve yeni barış girişimlerini daha başlamadan zora sokmaktadır. Uluslararası aktörler bu gidişatı değiştirmekte isteksiz veya yetersiz kaldıkça, İsrail'in doktrinine işlemiş bu “gerektiğinde ateşkesi boz” yaklaşımı devam edecektir. Son tahlilde, Ortadoğu'da kalıcı barışın ilk şartı İsrail'in yaptığı anlaşmalara sadakat göstermesidir. 100 yıla yakın süre barışa bir nebze dahi olsa yaklaşmayan Siyonizm'in çözümlenmesi dünya barışına en büyük katkı olarak görülebilir.