Gazze'de Barışa Kurşun: İsrail'in Ateşkes İhlalleri ve Türkiye'nin Politikası

Gazze'de Barışa Kurşun: İsrail'in Ateşkes İhlalleri ve Türkiye'nin Politikası

7 Ekim 2023'ten beri İsrail'in Gazze'de sürdürdüğü soykırım, ABD başkanı Donald Trump'ın girişimleri ve bölgesel aktörlerin diplomatik çabaları ile varılan ateşkesle son buldu. Fakat zorluklarla elde edilen bu ateşkes İsrail'in anlaşmalara uymayan saldırgan tutumu nedeniyle kısa sürede yara almaya başladı. Son yıllarda defalarca gözlemlendiği gibi, İsrail güçlerinin ateşkes dönemlerinde dahi gerçekleştirdiği saldırılar ve ihlaller bölgedeki kırılgan barış çabalarını dinamitlemekte ve yeni insani krizlere yol açıyor. Bu ihlaller, uluslararası insani hukukun açık bir ihlali olmakla beraber sivilleri hedef alan orantısız güç kullanımıyla kendini gösteriyor. İsrail'in mevcut saldırgan politikaları, sivillere yönelik kolektif cezalandırma yöntemleriyle savaş hukukunu ihlal ediyor ve temel insani normları yok sayıyor.

Bölgede yaşanan bu trajediye en sert tepkiyi gösteren aktörlerden biri ise Türkiye olmuştur. Ankara, Filistin halkının maruz kaldığı bu hukuksuzluk karşısında sesini sürekli yükselterek, diplomatik girişimleri ve politikalarıyla Gazze'deki dramı uluslararası gündemin üst sıralarında tutmaya çalışmaktadır. Kendini Filistin'in yanında duran, hukuku ve insani değerleri savunan bir bölgesel lider olarak konumlandıran Türkiye, İsrail'in eylemlerini açıkça ve keskin bir dille eleştirmektedir. Bu anlamda İsrail'in Gazze'deki ateşkes ihlallerine karşı Türkiye'nin izlediği politikanın diplomatik, askeri ve siyasi yönleriyle ele alınması gerekiyor.

Diplomatik Cephede Türkiye'nin Uluslararası Filistin Mücadelesi

Türkiye, Gazze'de ateşkeslerin ihlal edilmesiyle tırmanan her kriz karşısında en gür sesle tepki veren aktörlerden biridir. Diplomatik alanda Ankara, uluslararası toplum nezdinde yoğun girişimler yürüterek İsrail saldırılarının durdurulması ve Filistinlilerin korunması için adımlar atılmasını sağlamaya çalışmaktadır. Birleşmiş Milletler ve İslam İş Birliği Teşkilatı (İİT) gibi platformlarda Türkiye, İsrail'in ihlallerini en sert şekilde kınayan kararların alınmasına öncülük etmektedir. Nitekim Ankara'nın çağrısıyla düzenlenen olağanüstü İİT zirvelerinde İsrail'in “saldırganlığı” şiddetli biçimde kınanmış, Filistin halkına uluslararası koruma sağlanması istenmiştir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi'nde de Türkiye, Filistinli sivillerin korunması için öncü bir ses olmayı sürdürmüştür. Güvenlik Konseyi'nde ABD vetosu engel olsa da Türkiye BM Genel Kurulu aracılığıyla uluslararası hukukun korunması yönünde adımlar atılması için çaba harcamıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, uluslararası platformlarda İsrail'in eylemlerini “kabul edilemez”, “hukuk dışı” ve “insanlık onuruna aykırı” şeklinde nitelendirmektedir. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail'in Gazze'deki saldırılarını kimi zaman “devlet terörü” ve hatta soykırım olarak tanımlamıştır. Türkiye'nin bu sert söylemi, konuyu gündemde tutma ve diğer ülkeleri harekete zorlama stratejisinin bir parçasıdır. Nitekim Türkiye'nin girişimleri, dönem dönem dünya kamuoyunda İsrail'e yönelik eleştirilerin artmasına ve ateşkes taleplerinin yükselmesine katkı sağlamıştır. Yoğun diplomatik mücadelesiyle Ankara, Gazze'deki hak ihlallerine uluslararası farkındalık kazandırmayı ve İsrail üzerindeki baskıyı mümkün olduğunca artırmayı amaçlamaktadır.

Bölgesel Liderlik ve Siyasi Tavır

Türkiye'nin Gazze politikası yalnız diplomatik girişimlerle sınırlı değildir; aynı zamanda geniş bir siyasi ve ahlaki duruşu yansıtmaktadır. Ankara kendisini Filistin davasının yılmaz savunucusu ve bölgesel vicdanın sesi olarak görmektedir. Bu tavır hem uluslararası arenada hem de iç politikada karşılık bulmaktadır. Ortadoğu'da pek çok hükümet İsrail'le normalleşme anlaşmaları yaparken veya sessiz kalırken, Türkiye Filistin'in yanında durmayı ilkesel bir duruş olarak benimsemiş ve bunu yüksek perdeden dile getirmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsrail'e karşı takındığı sert üslup, Arap ve İslam dünyasında halklar tarafından takdirle karşılanmaktadır.

Gazze'de yaşanan her vahim olay karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gösterdiği tepki, Türkiye'yi bölgede ahlaki liderlik konumuna taşımıştır. Ankara, İİT dönem başkanlığı gibi görevlerinde de Filistin'i önceliklendirmiş, Kudüs ve Gazze konusunda tarihi sorumluluk vurgusu yapmıştır. Türkiye'nin bu tavrı içeride de geniş bir toplumsal destek bulmaktadır. Türkiye kamuoyu, siyasi görüş farkı olmaksızın Filistin davasına güçlü bir duyarlılık sergilemektedir. İktidar ve muhalefet, Filistin söz konusu olduğunda benzer hassasiyeti paylaşmakta; bu ortak tutum hükümetin İsrail'e karşı politikalarını güçlendirmektedir.

Bölgesel düzeyde ise Türkiye, Filistin'e sahip çıkan çizgisiyle diğer aktörlerden ayrışmaktadır. Son yıllarda bazı Arap ülkeleri (örneğin BAE ve Bahreyn) İsrail'le diplomatik normalleşmeye giderken, Türkiye Filistinlilerin hakları güvence altına alınmadan kalıcı barış sağlanamayacağını vurgulamıştır. Nitekim 2010 sonrasında iki ülke arasında diplomatik ilişkiler en alt düzeye indirilmiş; 2022'de kısmi normalleşme yaşansa bile Ankara, Filistin konusundaki hassasiyetinden taviz vermemiştir. Türkiye pragmatizm gereği diplomatik diyaloğu sürdürse de İsrail Gazze'de aşırı güç kullandığında tepkisini esirgememektedir. Bu denge politikası, Ankara'nın bir yandan kendi bölgesel çıkarlarını gözetirken öte yandan Filistin'in destekçisi olma rolünü koruma çabasını yansıtmaktadır. Son tahlilde Türkiye hem kendi halkına hem de bölgeye “Filistin için elinden geleni yapmaya çalışan bir ülke” imajını vermektedir. Bu da Türkiye'nin yumuşak gücünü artırdığı gibi, İsrail'in politikalarını sürekli bir meşruiyet sorgusuyla karşı karşıya bırakmaktadır.

Askeri ve Stratejik Boyut

Türkiye'nin, İsrail'in Gazze'ye yönelik ihlallerine karşı tutumunun bir diğer ve önemli boyutu askeri-stratejik davranışlarıdır. Geçmişte (1990'lar ve 2000'lerin başında) Türkiye ile İsrail arasında güçlü bir askeri iş birliği mevcutken, Gazze'deki çatışmalar ve sivil katliamlar bu ilişkilerde ciddi kırılmalara yol açmıştır. Özellikle 2010'daki Mavi Marmara olayı, bu askeri yakınlaşmayı neredeyse bitme noktasına getirmiştir. Gazze'ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda İsrail komandolarının düzenlediği baskında 10 Türk vatandaşının öldürülmesi Ankara-Tel Aviv ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye, bu olayın ardından İsrail ile askeri anlaşmaları askıya almış, ortak tatbikatları iptal etmiş ve savunma sanayisi alanındaki iş birliğini durdurmuştur.

O tarihten itibaren Türkiye, İsrail'le doğrudan bir çatışmaya girmese de bölgesel askeri caydırıcılık yönünde adımlar atmaktadır. Bölgenin en güçlü ordularından birine sahip olan Türkiye, gerektiğinde bu gücünü insani amaçlarla kullanabileceğinin sinyalini vermektedir. Türkiye'nin Gazze ablukasını kırmak için donanma refakatinde yardım (sınırlı da olsa Sumud Filosu örneği gibi) göndermesi İsrail'de tedirginlik yaratmıştır. Ankara, askeri seçenekleri masada tuttuğunu hissettirerek İsrail'e karşı caydırıcılığını ortaya koymaya çalışmaktadır.

Bununla birlikte Türkiye, tek taraflı müdahaleler yerine uluslararası meşruiyete sahip kolektif güvenlik hamlelerine ağırlık vermektedir. Uluslararası nitelikte bir barış gücü fikrini açıkça destekleyen Ankara, Gazze'de ateşkesin denetlenmesi ve insani yardımların ulaştırılması için kurulacak çok uluslu bir görev gücüne katılmaya hazır olduğunu da ilan etmiştir. Dışişleri yetkilileri, iki devletli çözüm hayata geçerse Gazze'de fiili garantör olma sorumluluğunu üstlenmeye hazırız diyerek, barışın korunması adına gerekirse sahada varlık gösterebileceklerini vurgulamıştır.

Türkiye'nin stratejik hesaplarında, İsrail'in bölgede tek taraflı güç kullanımını dengelemek de vardır. Ankara doğrudan çatışmayı tetiklemekten kaçınsa da gerektiğinde caydırıcı gücünü hissettirecek adımlar atmaktan çekinmemektedir. Örneğin, İsrail'e karşı zaman zaman istihbarat paylaşımını durdurmak veya hava sahasını kapatmak gibi dolaylı askeri tedbirler gündeme gelebilmektedir. Böylece Türkiye, İsrail'e “saldırgan politikalarınızın bir bedeli olur” mesajı vermeye çalışmaktadır. Askeri boyutta özetle, Ankara savunma alanındaki iş birliğini sonlandırarak İsrail'i tecrit etmiş, kendi caydırıcılığını kullanmış ve uluslararası mekanizmalar yoluyla Filistinlilere koruma sağlamayı hedeflemiştir.

Sonuç olarak, İsrail'in Gazze'de defalarca tekrarladığı ateşkes ihlalleri ve hukuk tanımaz saldırıları karşısında Türkiye çok boyutlu ve ilkeli bir duruş sergilemektedir. Diplomatik cephede hukuka dayalı sert çıkışları, siyasi düzlemde Filistin'e adanmış liderlik söylemi ve stratejik alanda caydırıcı hamleleri ile Ankara bu zulme kayıtsız kalmamıştır. İsrail'in uluslararası hukuku hiçe sayan tavrına rağmen, Türkiye her fırsatta hukuk ve insan haklarını hatırlatarak dünya vicdanını harekete geçirmeye çalışmaktadır.

Bütün bunlarla beraber, İsrail ile diplomatik ilişkilerin henüz kesilmemiş olması, İsrail ve Türkiye vatandaşı olanların durumu ve benzeri problemler Ankara'nın tam kapasite İsrail'e karşı durmadığı eleştirilerini göstermektedir. Ayrıca Türkiye'nin çabaları tek başına Gazze'deki trajediyi sonlandırmaya yetmemektedir. Nitekim İsrail üzerinde gerçek bir davranış değişikliği yaratmak büyük ölçüde küresel güç dengelerine ve askeri güç kullanımına bağlıdır. Ancak Türkiye gibi prensipli ve yüksek sesli aktörlerin varlığı, Filistin davasının unutulmamasını ve İsrail'in ihlallerinin kayda geçirilmesini sağlamaktadır. Gazze'de kalıcı bir sükûnet ve barış ortamı ancak İsrail'in saldırgan politikalardan vazgeçip uluslararası yükümlülüklerine uymasıyla veya İsrail'e karşı müşterek veya müstakil askeri bir güç kullanımı ile mümkün olabilir. Bu hedef gerçekleşene dek, Türkiye'nin Filistin'in yanında sergilediği kararlı tavır hem bölgesel vicdanın sesi hem de uluslararası hukukun savunucusu olmaya devam etmekle birlikte Türkiye'nin tarihi misyonu ve kapasitesi hesaba katıldığında yetersiz görülmektedir.