Trump’ın Müslüman Kardeşleri Terör Örgütü İlan Etme Kararı

Trump’ın Müslüman Kardeşleri Terör Örgütü İlan Etme Kararı

ABD Başkanı Donald Trump 24 Kasım 2025 tarihinde, Müslüman Kardeşlerin (İhvan) özellikle Mısır, Lübnan ve Ürdün'de faaliyet gösteren bazı kollarının “Yabancı Terör Örgütleri (FTO)” ve “Özel Olarak Tanımlanmış Küresel Teröristler (SDGT)” listelerine eklenmesi için Dışişleri ve Hazine Bakanlıklarına talimat veren bir başkanlık kararnamesi yayımladı. Kararnamede, bu oluşumların ABD ulusal çıkarlarına tehdit oluşturduğu savunuluyor ve ilgili kurumlara 30 gün içinde gerekli hukuki hazırlıkları tamamlama yükümlülüğü getiriliyor. Trump'ın İhvan bağlamında attığı son adım, özellikle Mısır, Lübnan ve Ürdün'deki yapılanmaları hedef gösteriyor ve 7 Ekim'de Filistin İslami Direniş Hareketi (Hamas'ın) başlattığı Aksa Tufanı operasyonuyla ilişkilendirilen güvenlik gerekçelerine dayanıyor. ABD siyasetinde Müslüman Kardeşlerin terör örgütü ilan edilmesi tartışması aslında yeni değil; Trump daha ilk başkanlık döneminde aynı adımı atmak istemiş, ancak bürokratik direnç ve uluslararası dengeler nedeniyle geri adım atmıştı. Buna rağmen Kongre'nin özellikle Teksas ve Florida hattındaki Cumhuriyetçi isimler—Ted Cruz ve Mario Diaz-Balart gibi—ile Demokrat Jared Moskowitz, yıllardır Beyaz Saray'a bu yönde baskı uygulamayı sürdürdü. Geçtiğimiz aylarda Teksas Valisi Greg Abbott'un İhvan ve (Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi) CAIR'i “yabancı terör örgütü” ilan ettiğini duyurması, süreci hızlandıran iç siyasi basıncı görünür kıldı. Trump'ın son açıklamasıyla birlikte bu uzun birikim nihayet kararnameye dönüştü ve Washington'ın yıllardır arka planda kaynayan tartışması bölgesel dengeleri etkileyecek somut bir adıma evrildi.

Küresel Jeopolitik Tasfiye

Trump yönetiminin İhvan'ı “yabancı terör örgütü” listesine alma kararnamesi, dar bir güvenlik bürokrasisi kararından fazlasını temsil ediyor. Bu anlamda Trump'ın İhvan'ı ‘terör örgütü' listesine dahil etme girişiminin yalnızca Trump'ın kişisel siyasetiyle değil, uluslararası sistemin son yıllarda geçirdiği yapısal dönüşümle de yakından ilişkili olduğu görülüyor. Küresel düzen, özellikle son bir yıldır, devlet dışı aktörlerin tasfiye edildiği; diplomasinin yalnızca devletler üzerinden yürütüldüğü yeni bir siyasal mimariye doğru yöneliyor. Bu eğilim, Suriye'deki silahlı grupların lağvedilip devlete entegre edilmesi (HTŞ örneği gibi), Hizbullah'ın askeri ve finansal olarak baskılanması, Yemen'de Husiler'e yönelik çok boyutlu yaptırımlar ve Hamas'ın tasfiyesine dönük uluslararası konsensüsle birlikte okunabilir. Bu bağlamda İhvan'ın terör listesine alınması, Arap devrimlerinin ürettiği tüm siyasal hareketlerin ortadan kaldırılmak istendiği daha geniş bir tasfiye sürecinin yeni halkasıdır. 2011 sonrası dönemde bölgenin birçok ülkesinde kitle mobilizasyonunun taşıyıcısı olan bu hareketler, bugün yerleşik devlet merkezli düzenin tehdit algısına dahil edilmiş durumdalar. ABD'nin bu kararının alt metninde yalnızca “radikalizmle mücadele” söylemi yok; aynı zamanda Ortadoğu'da siyasal rekabet üretebilen, iktidar alternatifleri oluşturabilen ve bölgesel güç bloklarının iç dengelerini etkileyebilen toplumsal hareketlerin sistematik olarak dışlanması hedefi bulunuyor.

Trump'ın 7 Ekim'i İhvan'ı terör listesine ekleme kararnamesinin merkezine yerleştirmesi, bu tasfiyeyi meşrulaştırmak için kullanılan çerçeveyi temsil etmektedir. İhvan'ın “Lübnan'daki askeri kanadının” Hamas'ın eylemleriyle ilişkilendirilmesi, örgütün çok katmanlı yapısını monolitik bir güvenlik tehdidi olarak kodlayan yeni bir okuma meydana getiriyor. Oysa İhvan'ın Mısır'dan Ürdün'e, Sudan'dan Tunus'a kadar birçok ülkede hem resmî siyasal parti hem de toplumsal hareket olarak konumlanması, bu tür bir genellemenin sahadaki gerçekliği karşılamadığını gösteriyor. Dolayısıyla Trump ve uluslararası sistemin bugün aradığı ve 7 Ekim'den sonra uygulamaya koyduğu proje, farklı ülkelerde farklı işlevlere sahip bu tür hareketlerin incelikli analizi değil; devlet merkezli güvenlik mimarisini yeniden kurma hedefidir. Bu nedenle, İhvan'ın terör listesine alınması yalnızca ABD içindeki güvenlik tartışmalarının sonucu değil; küresel düzenin devlet dışı siyasal alternatiflere kapılarını kapatma stratejisinin parçasıdır. Böylesi bir strateji, yalnızca İhvan'ı değil, Tunus'taki Nahda gibi siyasal partileri, Sudan İslami Hareketi gibi iç siyasetle iç içe geçmiş yapıları ve geniş bir toplumsal karşılığı olan tüm geleneksel İslami hareketleri etkileyebilme kapasitesine sahiptir. Bu hareketlerin bir kısmı iktidardan uzaklaştırılmış, bir kısmı marjinalize edilmiş, bir kısmı bizzat devletle entegre edilmiş, bir kısmı ise doğrudan devletle rekabet eden meşru aktörlerdir. Dolayısıyla karar, bölgesel siyasal alanın yeniden mühendisliğini hedefleyen daha geniş bir jeopolitik tasfiye mantığına işaret etmektedir.

Transatlantik Yansımalar

İhvan'ın terör listesine alınması yalnızca Washington'daki güç dengelerini değil, Avrupa'nın güvenlik politikalarını da etkileyebilecek bir zincir reaksiyon yaratma potansiyeli taşımaktadır. Trump'ın aldığı karar sonrası ortaya çıkan en kritik noktalardan biri, bu kararın Avrupa'da Müslümanlara yönelik daraltıcı bir güvenlik atmosferi yaratabileceğidir. Avrupa Birliği, uzun yıllardır İhvan'a ilişkin kategorik bir yaklaşım benimsememiş, hareketin ülkeden ülkeye değişen formunu dikkate alan daha temkinli bir çizgide kalmıştı. Ancak ABD'nin atacağı adım, özellikle Fransa, Avusturya ve Almanya gibi ülkelerde yükselen İslam karşıtı siyasal söylemlerle birleştiğinde, Avrupa'nın da benzer yönde bir sınıflandırmaya yönelmesine kapı aralayabilir. Bu durum yalnızca güvenlik siyasetini değil, Avrupa'daki sivil toplum ağlarını, derneklerin faaliyet kapasitesini ve Müslüman nüfusun siyasal katılımını da etkileyebilir. Son on yılda İhvan merkezli oluşumlar Avrupa'da sosyo-politik temsilin bir parçası haline gelmiş, yerel yönetimlerden ulusal parlamentolara kadar geniş bir yelpazede siyasal temas noktaları oluşturmuştu. ABD'nin kararı bu alanı doğrudan kriminalize eden bir baskı mekanizmasının tetikleyicisi olabilir.

Kararın bir başka zincir etkisi ise Ortadoğu'daki rejimlere yöneliktir. Özellikle Sudan, Libya, Ürdün ve Tunus gibi ülkelerde İhvan tandanslı hareketler siyasal rekabetin parçası konumunda. Bu hareketlerin “terör” kategorisine alınması, o ülkelerdeki iktidar yapılarının eline güçlü bir meşruiyet aracı verecek, siyasal alanın daralmasını hızlandıracaktır. Bu nedenle ABD kararı, birçok rejimin kendi iç muhaliflerini baskılamak için kullanabileceği uluslararası bir çerçeve oluşturabilir.

Trump'ın kararında öne çıkan bir diğer önemli nokta, bu zincirin Türkiye'ye uzanan potansiyelidir. İhvan bağlantılı medya organları, finansal kanallar ve örgütsel merkezlerin İstanbul'da bulunması, Ankara'nın karar sonrası baskının dolaylı muhatabı haline gelmesini mümkün kılıyor. Bu hesaplama, Washington'ın Türkiye'yi iki ihtimalden biriyle karşı karşıya bırakabileceği bir tablo ortaya çıkarıyor: Türkiye'nin Ortadoğu'daki geleneksel İslami hareketlerin tasfiyesine uyum sağlayarak yeni güvenlik düzeninde “devlet merkezli” çizgiye entegre olması, Arap devrimleri sonrası ortaya çıkan ve ‘değerli yalnızlık' olarak tanımlanan bir tür diplomatik yalnızlaşma döngüsüne geri dönüş veya yeni bir proje ile Trump'ın bu kararının Türkiye ve bölge lehine dönüştürülmesi. Avrupa ve ABD'nin ortaklaşa geliştirdiği güvenlik paradigmalarının Türkiye'ye yönelme kapasitesi, bu kararın Ankara açısından yalnızca dış politika değil, iç siyasal düzen bakımından da sonuçlar doğurabileceğini gösteriyor. Kararın transatlantik düzeyde yaratabileceği bu geniş etki, İhvan meselesinin salt bir güvenlik sınıflandırması olmadığını; Ortadoğu'nun siyasal geleceğine dair yapısal bir yönlendirme aracı olarak kurgulandığını ortaya koyuyor.

 

Bölgesel Dönüşüm

Trump'ın kararı Ortadoğu'da hâlihazırda devam eden yeniden yapılanma sürecinin bir parçası olarak okunabilir. Her ne kadar İsrail sistematik biçimde ihlal ediyor olsa da Gazze'deki ateşkesin ikinci aşaması tartışılırken, uluslararası güçlerin Sina ve Mısır çevresinde konuşlanmasını hedefleyen planlar dillendiriliyor. Bu bağlamda İhvan'ın tasfiyesi, yalnızca ideolojik bir mücadele değil; Gazze'nin geleceğini belirleyecek güvenlik mimarisinin parçası. ABD'nin Hamas'ı zincirin koparılması gereken halkası olarak görmesi, İhvan'ı ise bu zincirin “ana omurgası” şeklinde kodlaması, kararın bölgesel güvenlik stratejisine nasıl yerleştirildiğini ortaya koyuyor. Bu mantıkla hareket edildiğinde, Lübnan, Ürdün, Suriye, Mısır ve Libya gibi ülkelerde İhvan çizgisindeki toplumsal hareketler, İsrail'e karşı bölgesel güvenlik tehdidi oluşturabilecek potansiyel aktörler olarak tanımlanıyor. Mevcut bölgesel denklemde özellikle Ürdün ve Lübnan'ın kırılganlığı, bu hareketlerin baskılanmasının dış güçler için “önleyici istikrar” stratejisinin bir parçası olduğunu gösteriyor.

Trump'ın kararının önemli noktalardan bir diğeri, bu tasfiye dalgasının İslami hareketlerin geleceği açısından bir yol ayrımına işaret etmesidir. Geleneksel İslami hareketler, özellikle İhvan çizgisindeki yapılar, bazı ülkelerde marjinalize edilse de diğer ülkelerde hâlen meşru siyasal aktörlerdir. Yemen'deki Islah örneği, bu hareketlerin devlet içi siyaset ve demokratik temsil açısından hâlâ önemli bir toplumsal karşılık üretebildiğini kanıtlamaktadır. Bu nedenle Trump'ın kararı, İhvan'a yönelik yalnızca siyasal alanın yeniden sınırlandırıldığı bir dönemi değil; aynı zamanda bu hareketlerin kendi siyasal kimliklerini yeniden tanımlayarak daha şeffaf, kurumsal ve parti odaklı bir çizgiye evrilmeleri için bir fırsat da oluşturabilir. Bu eğilim Hamas için de geçerlidir. Bu anlamda yeni dönemde yeni siyasi projeler ve dönüşümlerle İslami hareketlerin kendilerini tamamen devlet dışı pozisyonlara sıkıştırmak yerine, kurumsal siyaset içinde yeniden konumlanmaları beklenebilir.  Eğer bu dönüşüm başarılabilirse, bölgedeki İslami hareketler tasfiye edilmesi gereken güvenlik tehdidi değil, siyasal temsilin meşru aktörleri olarak yeniden konumlanabilir.

Türkiye açısından da bu süreç hem risk hem fırsat üretmektedir. Fırsat bağlamında Ankara'nın Suriye'de terör örgütü PYD'nin tasfiyesi, terör örgütü PKK ile mücadele gibi başlıklarda kendi güvenlik hedeflerini uluslararası sistemle uyumlu hale getirme ihtimali doğmaktadır. Riskler bağlamında ise geleneksel İslami hareketlerle kurduğu ilişkilerin yeni bir okumaya tabi tutulması gerekebilir.

Sonuç olarak Trump'ın İhvan kararı, yüzeyde görüldüğünden çok daha derin bir dönüşümün parçası olarak beliriyor. Devlet dışı siyasal aktörlerin sistematik olarak dışlandığı, bölgesel güvenlik mimarisinin yeniden tasarlandığı ve Ortadoğu'nun siyasal çoğulculuğunun daraldığı yeni bir dönemin kapılarını aralıyor. Bu dönüşümün yönü hem İhvan hem bölgesel devletler hem de Türkiye gibi aracı güçlerin vereceği stratejik cevaplarla şekillenecektir.