Suriye’de Federalizm Tartışmaları: Türkiye’nin Bütünlük Stratejisi ve İsrail’in Bölme Planı

Suriye’de Federalizm Tartışmaları: Türkiye’nin Bütünlük Stratejisi ve İsrail’in Bölme Planı

Suriye iç savaşının bitmesiyle birlikte ülkenin geleceğine dair en sert tartışmalardan biri olan federalizm fikri yeniden gündeme getiriliyor. 13 yıl süren çatışmaların ardından, 8 Aralık 2024'teki Düşmanı Caydırma Operasyonu sonrası Esed rejiminin devrilmesi, ülkenin yeniden inşası ve siyasi düzenin nasıl kurulacağı sorusunu gündeme taşıdı. Özellikle Batı'da, İsrail çevrelerinde ve bazı Rus-İran hatlarında “Federal Suriye” fikrinin yeniden dolaşıma sokulması, bölgenin dengelerini derinden etkileyecek bir senaryoya işaret ediyor. Bu tartışma yalnızca Suriye'nin geleceğini değil, Türkiye'nin ulusal güvenliğini, ekonomik menfaatlerini ve bölgesel konumlanışını da doğrudan ilgilendiriyor. Dolayısıyla devrim sonrası Suriye'nin yeni siyasi mimarisine dair farklı projeler ortaya atılıyor.

Türkiye açısından Suriye'nin yönetim şekli Suriyelilerin karar vereceği bir mesele olmakla beraber Suriye devrimini baştan sona bütün meydan okumalara rağmen destekleyen Ankara için Suriye'nin toprak bütünlüğü kırmızı çizgi olarak görülüyor. Buna göre Türkiye, 2011'den itibaren Suriye devrim sürecine verdiği tüm desteği—askeri, maddi, insani ve diplomatik düzeyde—bir tek stratejik hedefe dayandırdı: parçalanmamış, merkezi bir Suriye'nin varlığını sürdürmesi. Zira Suriye'de güçlü bir merkezi yönetimin bulunması, Türkiye'nin güney sınırında PKK/PYD gibi bir terör örgütünün alan kazanmasını önlemenin en etkili yolu olarak görülüyor. Merkezi bir Şam yönetimi, Türkiye açısından hem güvenlik açısından kontrol edilebilir bir muhatap hem de ekonomik olarak yeniden canlanacak Suriye'nin ticari entegrasyon kapısı anlamına geliyor.

Federalizm Planının Arka Planı: Eski Hayaletin Yeni Biçimi

Suriye'de federalizm fikri aslında yeni değil. İç savaşın uzun yılları boyunca ABD, İsrail ve bazı Avrupa aktörleri tarafından dillendirilen “Federal Çözüm” senaryosu, ülkenin etnik-mezhepsel fay hatlarını kurumsallaştırmayı öngörüyordu. Buna göre kuzeydoğuda Kürtleri temsil ettiğini iddia eden fakat gerçekte Kürtleri temsil etmeyen bir terör örgütü olan PYD'nin kontrolündeki bir yapı, Şam ve sahil hattında Nusayri merkezli bir bölge, Halep merkezli Sünni bir yönetim ve güneyde İsrail'in etki alanındaki Kuneytra-Dera-Süveyda üçgeni öngörülüyordu. Bu plan, savaşın ortasında sahadaki fiili güç dağılımına göre kurgulanmıştı. Ancak devrim öncesinde bile bu fikir, Suriye'nin çok etnisiteli yapısına rağmen tarihsel olarak merkezi yapısına ters düşüyordu.

Türkiye bu federal planı baştan itibaren ulusal güvenliğine doğrudan bir tehdit olarak gördü. Çünkü kuzeydoğuda kurulacak herhangi bir özerk yönetim, Türkiye sınırındaki PKK yapılarıyla organik bağ kurarak Ankara'nın güney sınırında fiilen bir terör koridoru yaratacaktı. Bu nedenle Türkiye, 8 Aralık öncesinde hızlanan federalizm projelerine karşı önleyici bir müdahale stratejisi geliştirdi. Suriye'nin toprak bütünlüğünü koruma iddiasıyla muhalif unsurları destekledi, askeri ve diplomatik girişimlerle sürece aktif biçimde dahil oldu. Böylece federalizmin uluslararası meşruiyet kazanmasının önüne geçmeye çalıştı.

İsrail'in Yeni Federal Suriye Planı: Böl ve Zayıflat

Bugünlerde konuşulan “Yeni Federal Suriye” planı ise klasik mezhepsel bölünme önerilerinden daha sofistike bir biçimde kurgulanıyor. İsrail'in öncülük ettiği bu yeni model, Suriye'yi dört özerk bölgeye ayırmayı öngörüyor: Kuzeyde Halep merkezli bir Sünni yönetim, doğuda PKK/PYD kontrolündeki terör bölgesi/koridoru, güneyde İsrail'in nüfuz alanına dahil edilecek Dera–Kuneytra–Süveyda hattı ve batıda Şam merkezli Nusayri yönetimi. Bu modelde güvenlik ve dış politika yetkileri nominal olarak Şam'da kalsa da yerel yönetimlerin geniş idari yetkilerle donatılması öngörülüyor. Avrupa'da yapılan bazı tartışmalarda bu sistem, “çatışma sonrası barışı garanti altına alacak idari denge modeli” olarak pazarlanıyor. Oysa bu model, orta vadede Suriye'yi kalıcı biçimde bölünmeye açık hale getiriyor.

İsrail'in bu planı desteklemesinin nedeni ise Siyonist rejime göre Türkiye önderliğinde ve/veya desteği ile yeniden inşa edilen, merkezi ve istikrarlı bir Suriye, Tel Aviv açısından ciddi bir jeopolitik risk olarak görülüyor. Türkiye'nin Suriye üzerinden Arap dünyasına nüfuz etmesi, Doğu Akdeniz enerji denklemlerinde elini güçlendirmesi ve Filistin meselesinde bölgesel meşruiyet kazanması, İsrail'in stratejik çıkarlarıyla çeliştiği kanısı Tel Aviv'de geniş yankı buluyor. Bu nedenle İsrail, federalizmi “daha demokratik bir çözüm” kisvesi altında meşrulaştırarak, Türkiye'nin önünü kesmeye ve bölgeyi kalıcı parçalanma üzerinden istikrarsızlaştırmaya çalışıyor.

İsrail lobileri özellikle Batı kamuoyunda iki argüman üzerinden etki yaratıyor. Birincisi, federalizmin azınlık haklarını koruyacağı iddiası. Bu söylem, Batı'nın “insan hakları” söylemiyle uyumlu olduğu için yankı buluyor. İkincisi, federalizmin “sürdürülebilir barış” sağlayacağı fikri. Oysa bu model, barışı değil, sürekli denetim altında tutulan bir kaosu garantiliyor. ABD ve Avrupa'daki bazı çevrelerin buna sıcak bakması, İsrail'in lehine bir bölgesel statükoyu yeniden tesis etme amacını güçlendiriyor.

Rusya–İran–Çin Ekseninin Fırsatçı Yaklaşımı

Federalizm tartışmasına sadece Batı değil, Şam'ı uzun yıllar desteklemiş olan Rusya, İran ve Çin de belli ölçüde sıcak yaklaşıyor. Bunun nedeni, bu aktörlerin artık Suriye'deki mutlak etkinliğini kaybetmiş olması. Devrim sonrası dönemde iktidar yapısı yeniden şekillenirken, bu blokun desteklediği unsurların siyasi olarak geri planda kalması, onları alternatif yönetim modellerine yöneltiyor. Federal bir Suriye, merkezi otoritenin zayıflaması demek; bu da sahada nüfuz alanı yaratmak isteyen Moskova ve Tahran için manevra alanı açacak bir fırsat olarak görülüyor. Moskova, Tahran ve Pekin'in bu pragmatik duruşu, federalizmi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden tanımlama çabası olarak okunabilir. Ancak bu yaklaşım, uzun vadede Suriye'nin bütünlüğünü tehdit ederken, aynı zamanda Türkiye'nin güvenlik stratejisiyle de keskin biçimde çelişiyor. Ankara, federalizmin sadece PKK/PYD terörü açısından değil, mezhepsel ayrışmaların yeniden alevlenmesi ve radikal grupların doğması açısından da büyük bir risk taşıdığını düşünüyor. Dolayısıyla Türkiye'nin Suriye politikasında “merkeziyetçilik” artık sadece ideolojik değil, stratejik bir zorunluluk haline gelmiş durumda.

Şam ve Yeni Meclisin Rolü: Federalizme Karşı Siyasi Fren

Bu noktada 8 Aralık sonrası dönemde yapılan meclis seçimleri, Suriye'deki siyasi yeniden yapılanmanın merkezinde yer alıyor. Cumhurbaşkanı Ahmet Şara liderliğindeki yeni Şam yönetimi, bu meclisi federalizme karşı bir toplumsal irade aracı olarak kullanabilir. Zira kendisi federalizmi doğrudan reddetmesi halinde İsrail ve ABD'den ciddi baskı görebilir, ancak meclis üzerinden “halk istemiyor” söylemini inşa ederek bu baskıyı yumuşatabilir. Bu açıdan bakıldığında, meclisin federal projeye karşı çıkması hem iç meşruiyeti güçlendirir hem de Türkiye'nin savunduğu bütünlük stratejisiyle örtüşür.

Meclisin bu şekilde pozisyon alması, Türkiye'ye diplomatik manevra alanı da kazandırır. Ankara, Şam ile doğrudan temasa geçmeden, Suriye halkının iradesine saygı vurgusu üzerinden uluslararası platformlarda federalizme karşı argümanını güçlendirebilir. Böylece Türkiye, Suriye'nin yeniden yapılanmasında hem güvenlik hem diplomasi ekseninde belirleyici bir aktör olma konumunu koruyabilir.

Sonuç olarak Suriye'de yeniden yükselen federalizm tartışmaları, görünürde idari bir reform projesi gibi sunulsa da özünde bölgesel güç dengelerini dönüştürme, Suriye devrimine dışardan bir müdahale girişimi olarak görülebilir. İsrail'in bu projedeki hedefi, Suriye'yi zayıf, parçalı ve denetlenebilir bir yapıya dönüştürmek; Türkiye'nin amacı ise güçlü, merkezi ve istikrarlı bir Suriye'nin inşasını desteklemektir. Bu iki strateji birbirine zıt iki vizyonu temsil etmektedir. Birincisi, İsrail'in sürekli kriz üretmeye dayalı “yönetilebilir kaos” doktrini; ikincisi ise Türkiye'nin uzun yıllardır benimsediği bölgesel istikrarı merkeze alan “bütünlük diplomasisi”.

Suriye'nin geleceği bu iki çizgi arasındaki mücadelede şekillenecek. Türkiye hem kendi güvenliği hem de bölgesel barış adına federalizme karşı durmayı sürdürecektir. Çünkü parçalanmış bir Suriye, yalnızca İsrail'in değil, radikal grupların ve vekil savaşların da yeniden doğuş alanı olacaktır. Buna karşılık merkezi bir Suriye, Türkiye'nin ekonomik, diplomatik ve güvenlik çıkarlarıyla uyumlu biçimde, bölgenin yeniden inşasında denge unsuru olabilir. Kısacası, “Tek Suriye” fikri sadece bir sınır meselesi değil, Türkiye'nin gelecekteki bölgesel konumunun da belirleyicisidir.