Trump’ın ‘Ateşkes’ Teklifi ve Hamas’ın Stratejik Yanıtı: Gazze Soykırımında Yeni Aşama

Trump’ın ‘Ateşkes’ Teklifi ve Hamas’ın Stratejik Yanıtı: Gazze Soykırımında Yeni Aşama

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun New York'ta gerçekleşen son toplantıları, Gazze'de devam eden İsrail soykırımının derinleşen insani ve jeopolitik krizi karşısında diplomatik çözüm arayışlarının sahnesi olmuştur. BM'nin 80. yıldönümü kapsamında İsrail sorununa özel bir odaklanma, İsrail'in uluslararası alanda artan tecridine paralel bir süreçte ivme kazanmıştır. Bu diplomatik girişimler zinciri, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın öncülüğünde, 'el-Meclisu's-Subâî' olarak bilinen 7 kilit Müslüman ülkenin liderlerinin (sonradan dahil edilen Pakistan ile birlikte 8) ve üst düzey temsilcilerinin (Türkiye, Katar, Ürdün, Endonezya, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, Mısır Başbakanı ve Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı) ABD Başkanı Donald Trump ile bir araya gelmesiyle zirveye ulaşmıştır.  Bu koalisyon, küresel çapta Filistin davasına destek sağlamak ve derhal ateşkes için siyasi baskı oluşturmak amacıyla hareket etmiştir. Toplantıda, küresel aktörlerin çatışmayı sonlandırmak ve bölgeye sürdürülebilir bir barış getirmek için ABD yönetimiyle iş birliği yapmaya hazır oldukları konusunda genel bir mutabakat sağlanmıştır. Ancak bu ilk uzlaşma metni, Başkan Trump'ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile gerçekleştirdiği görüşme sonrasında radikal bir değişime uğramıştır. Beyaz Saray tarafından yayımlanan ve 20 maddeden oluşan nihai teklif, başlangıçtaki diplomatik çözüm arayışından saparak, Hamas'ın askeri ve siyasi teslimiyetini talep eden bir ültimatom niteliği kazanmıştır. Teklifin kapsamı, Gazze'nin silahsızlandırılması ve Hamas'ın yönetimden tamamen dışlanması gibi İsrail'in maksimalist güvenlik hedeflerini yansıtmaktadır. Bu süreçte, Türkiye, Katar ve Mısır'ın yanı sıra Pakistan'ın da (7+1 formatı) masaya dahil edilmesi, ABD'nin çatışma sonrası Gazze'nin güvenlik mimarisine yönelik örtülü bir stratejisini ortaya çıkarmaktadır. ABD'nin, olası bir Uluslararası İstikrar Gücü içerisinde Türkiye ve Mısır yerine Pakistanlı birlikleri kullanma fikri, Washington'ın kilit bölgesel aktörlerin (özellikle Türkiye ve Mısır'ın) güvenlik üzerindeki etkisini sınırlama ve çatışma sonrası Gazze'de kendi kontrol mekanizmasını kurma arayışını ortaya koymaktadır. Bu, diplomatik sürecin sadece ateşkesi değil, aynı zamanda gelecekteki bölgesel nüfuz alanlarını da müzakere ettiğini göstermektedir.

Asimetrik Zorlama Diplomasisi: Trump'ın 20 Maddelik Teklifinin Analizi

Trump ve Netanyahu tarafından sunulan 20 maddelik teklif, esasen Hamas'ı uluslararası toplum nezdinde tecrit etme ve örgütü siyaseten meşru bir muhatap statüsünden çıkarma amacını taşıyan bir zorlama diplomasisi örneği olarak analiz edilmektedir. Plan, Hamas'a kısa bir süre (üç ila dört gün) tanınmasıyla, beklenen ret cevabı üzerinden İsrail'in savaşı sürdürme kararını meşrulaştırmayı hedefleyen bir diplomatik tuzak olarak kurgulanmıştır. Birinci olarak, teklifin ana şartları Gazze Şeridi'nin tamamen askersizleştirilmesine odaklanmıştır. Planda Gazze, "deradikalize edilmiş, terörden arındırılmış bir bölge" olarak tanımlanmıştır ve komşularına karşı herhangi bir tehdit oluşturmayacağı şart koşulmuştur. Bu, Hamas'ın tünelleri, silah fabrikaları ve tüm askeri altyapısının imha edilmesini ve silahların hizmet dışı bırakılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu şartlar, Hamas'ın sadece askeri kapasitesini değil, aynı zamanda direniş meşruiyetine dayanan toplumsal tabanını da ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Uluslararası bir kurul tarafından denetlenecek bir demilitarizasyon öngörülmüştür. İkinci olarak, teklif, Hamas'ın Gazze'deki siyasi varlığını tamamen inkâr eden bir yönetim modelini dayatmıştır. Hamas'ın gelecekteki yönetimde hiçbir rol üstlenmemesi hedeflenmiş; bunun yerine teknokratik bir Filistin komitesinin, ABD liderliğindeki uluslararası bir “Barış Kurulu” gözetiminde geçici yönetim olarak görev yapması öngörülmüştür. Hamas yetkilileri bu yapıyı, özellikle Uluslararası İstikrar Gücü şartını, "yeni bir işgal biçimi" olarak nitelendirerek reddetmiştir. Bu, Filistin içindeki siyasi meşruiyet boşluğunu uluslararası bir vekâlet yönetimiyle doldurma çabasıdır. Üçüncü olarak, teklifin güvenilirliğini zedeleyen en önemli unsur, Netanyahu'nun plan açıklandıktan hemen sonraki açıklamaları olmuştur. Planda İsrail'in Gazze'yi işgal etmeyeceği belirtilmesine rağmen, Netanyahu hızla geri adım atmış ve İsrail ordusunun "Gazze'nin çoğunda kalacağını" ve kalıcı bir ‘güvenlik' çemberi tesis edeceğini duyurmuştur. Bu durum, anlaşmanın asıl amacının kalıcı bir barışa ulaşmak yerine, çatışmasızlık ortamında İsrail'in askeri varlığını meşrulaştırmak olduğu yönündeki şüpheleri kuvvetlendirmiştir. Netanyahu'nun bu maksimalist tutumu, onun iç siyasetindeki kırılgan koalisyonu ayakta tutma çabasından kaynaklanmaktadır; zira koalisyon ortakları (aşırı sağ kanat), Gazze'de askeri kontrolün sürmesini ve hatta Batı Şeria'nın ilhakını savunmaktadır. Bu iç baskı, diplomatik taahhütlerin anında bozulmasına neden olmuştur. Trump teklifinin siyasi güvenlik sağlayıcı boyutu, aynı zamanda Batı Şeria'da devam eden ve hızlanan işgal politikalarını perdeleme işlevi de görmüştür. Teklif, Hamas'ın reddi durumunda, İsrail'e askeri operasyonlara devam etmesi için tam ABD desteği garantisi vermiştir. Dolayısıyla, teklif, barışın koşullarını dikte etmekten çok, İsrail'in askeri hedeflerine ulaşma meşruiyetini güçlendiren bir araç olarak kullanılmıştır.

Hamas'ın Stratejik Manevrası: Koşullu Kabul ve Müzakere Zeminini Genişletme Stratejisi

Hamas'ın 20 maddelik teslimiyet metnine verdiği yanıt, hareketin sadece askeri direniş kapasitesini değil, aynı zamanda yüksek düzeyli siyasi ve diplomatik bir devlet aklına sahip olduğunu göstermiştir. Bu yanıt, duygusal tepkilerden kaçınarak, diplomatik baskıyı İsrail ve ABD üzerine geri çeviren teknik bir karşı-manevradır.

Birinci olarak, Hamas stratejik bir koşullu kabul taktiği uygulamıştır. Teklifi bütünüyle reddetmek yerine, insani ve acil ateşkesle ilgili maddeleri, özellikle rehinelerin serbest bırakılması talebini, şartlı olarak kabul ettiğini bildirmiştir. Bu hamle, Hamas'ın elindeki en değerli pazarlık kozunu kullanmaya hazır olduğunu göstermiş ve uluslararası toplum nezdindeki imajını, çözümü engelleyen taraf olmaktan, müzakereye açık taraf pozisyonuna taşımıştır. ABD yetkilileri dahi Hamas'ın bu cevabını "olumlu bir gelişme" olarak yorumlamıştır, ancak detayların müzakere edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

İkinci olarak, bu stratejik yanıt, Hamas'ın uluslararası tecrit edilme riskini başarıyla ortadan kaldırmıştır. Trump planının Hamas'ı siyasi arenadan silme amacına karşın, Hamas müzakerelerin devam etmesini talep ederek ve Gazze'nin geleceğiyle ilgili detayları masaya yatırmaya hazır olduğunu belirterek, kendisini diplomatik sürecin kaçınılmaz bir muhatabı haline getirmiştir. Bu durum, İsrail'in savaş boyunca yürüttüğü ‘Hamas'ı tamamen yok etme' ve siyasi alandan dışlama çabalarının diplomatik olarak geri tepmesi anlamına gelmektedir.

Üçüncü olarak, Hamas, verdiği yanıtta Filistin davasının nihai hedeflerini muhafaza eden kırmızı çizgilerini netleştirmiştir. Hamas, bu anlaşmanın Filistin meselesinin ya da kendisinin nihai anlaşması olmadığını, yalnızca Gazze'deki savaşın sonlandırılmasına yönelik bir süreci başlattığını teknik olarak ifade etmiştir. Gazze'nin statüsü, İsrail'in çekilmesi ve iki devletli plan gibi hayati konuların ancak bundan sonra masada müzakere edilebileceğini belirtmiştir. Hamas'ın temel karşı koşulları şunlardır:

  1. İsrail'in Tam Çekilmesi: Aşamalı veya kısmi çekilme yerine, İsrail güçlerinin Gazze'den tam ve eksiksiz çekilmesi için uluslararası garantiler ve bir takvimin oluşturulması.
  2. Gazze Yönetimi: Gazze'nin gelecekteki yönetiminin, Uluslararası İstikrar Gücü gibi dış dayatmalarla değil, Filistinli grupların topyekun iradesi tarafından yürütülmesi gerekliliği. Hamas, Filistin ulusal hareketinin bir üyesi olarak sorumluluk üstlenmeye hazır olduğunu belirtmiştir.
  3. Silahsızlanma: Silahların bırakılması ve demilitarizasyon gibi güvenlik şartlarının, kalıcı bir iki devletli çözüm sürecine yönelik siyasi ufuk bağlamında müzakere edilmesi gerekliliği. Hamas, İsrail'in güvenilir bir ortak olmadığını ve işgale karşı direnişin devam etme hakkının korunması gerektiğini teknik bir gereklilik olarak sunmuştur. Hamas'ın bu manevrası, dayatılan teslimiyet metnini, kendisini gelecekteki Filistin devletinin inşasında meşru bir ortak haline getiren bir müzakere başlangıç metnine dönüştürme başarısıdır. Bu süreç, Hamas'ın sadece Gazze'deki değil, aynı zamanda uluslararası alandaki Filistin davasının küresel aktörü olarak konumunu pekiştirmektedir. Aşağıdaki tablo, Trump teklifinin temel zorlayıcı unsurları ile Hamas'ın bu dayatmalara karşı geliştirdiği stratejik karşı koşulları karşılaştırmaktadır:

Karşılaştırmalı Analiz: Trump Teklifi ve Hamas'ın Karşı Koşulları 

Stratejik Konu Alanı Trump-Netanyahu Teklifi (Teslimiyet Odaklı) Hamas'ın Stratejik Karşı Koşulları (Müzakere Odaklı) Analitik Çıkarım
Gazze'nin Statüsü Tamamen silahsızlanma, radikalizmden arındırılmış bölge. Hamas'ın yönetimden dışlanması. Silahsızlanmanın, Filistin'in nihai siyasi çözümü ve iki devletli perspektif çerçevesinde müzakere edilmesi. Hamas, siyasi varlığını, askeri pazarlık kartı olarak kullanarak tecriti önledi.
İsrail Güçlerinin Çekilmesi Aşamalı çekilme, ancak İsrail için kalıcı güvenlik çemberinin varlığına bağlı. Tam ve eksiksiz çekilme için uluslararası garanti ve planlanmış tarih zorunluluğu. Netanyahu'nun yumuşak işgal talebine karşı, Hamas tam egemenlik talebini masada tutarak süreci tıkadı.
Yönetim Modeli Aşamalı çekilme, ancak İsrail için kalıcı güvenlik çemberinin varlığına bağlı. Birleşik ulusal Filistin çerçevesinde (Hamas dahil) yönetimin devri. Hamas, Filistin'in meşru siyasi yapısında yer alma hakkını savunarak, vekalet yönetimi fikrini reddetti. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölgesel Aktörler ve Türkiye'nin Diplomatik Entegrasyonu

Gazze'deki ateşkes müzakerelerinde Türkiye, Katar ve Mısır'dan oluşan arabulucular üçlüsünün koordinasyonu, ABD/İsrail ekseninin tek taraflı dayatmalarına karşı önemli bir denge unsuru oluşturmuştur. Bu süreçte Türkiye'nin rolü, önceki krizlerdeki gayri resmi arka kapı diplomasisinden, ilk kez resmi ve etkin bir diplomatik mekanizma parçası statüsüne yükselmiştir. Birinci olarak, Türkiye  Gazze'deki ateşkes sürecine uzun süre devam eden ABD ambargosuna rağmen resmi olarak dahil edilmiş, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD'ye yaptığı ziyaretler kapsamındaki temasları Filistin meselesine somut, resmi katkı sunma imkânı doğurmuştur. Bu durum Türkiye'nin dahilinde olduğu, Filistin halkının ve direniş aktörlerinin de destekleyeceği teknik, diplomatik yöntemlerle Filistin devletinin inşa edilmesine dair stratejik bir dönüşümü işaret etmektedir. Savaş süresince Amerika ve İsrail, Türkiye'nin sürece dahil olmasını engellemek için çabalamış olsa da Ankara'nın Hamas ile olan derin ilişkisi ve bölgesel ağırlığı, müzakerelerin kritik bir aşamasında resmi katılımını zorunlu kılmıştır. Katar Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin istihbarat başkanı düzeyinde Doha'daki müzakerelere resmi olarak katılacağını teyit etmiştir; bu, arabuluculuk rolünün ABD tarafından da kabul edildiğini göstermektedir. Türkiye, Katar ve Mısır, Hamas ile yoğun görüşmeler yürüterek, grubun yanıt metninin oluşturulmasında kritik bir rol üstlenmiştir.

İkinci olarak, Hamas'ın yanıtının teknik yapısında Türkiye'nin diplomatik tecrübesinin izleri belirgindir. Türkiye'nin dış politika yaklaşımı, uluslararası arenada uzun yıllardır, meselelere siyah-beyaz bir nihayetten ziyade, gri alanları değerlendirerek, anlaşmaları süreli ve aşamalı hale getirerek tüm aktörlerin süreçte kalmasını sağlamaya dayanır. Hamas'ın cevabının duygusallıktan uzak, maddeleri teknik olarak ele alan ve nihai çözüm yerine müzakere sürecini devam ettirme isteğini öne çıkaran yapısı, Ankara'nın sürece bakış açısıyla güçlü bir paralellik taşımaktadır. Türkiye'nin bu teknik ve siyasi katkısı, Hamas'ın teslimiyet şartlarını içeren bir metne bile olumlu, ancak şartlı bir yanıt vermesini kolaylaştırmıştır.

Üçüncü olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sürece dair açıklaması, bu teknik yaklaşımı desteklemiştir. Erdoğan, Trump'ın girişimini memnuniyetle karşılamış, ancak bu adımı Filistin ve Gazze meselesinin nihai bir anlaşması olmadığına dair bir yaklaşımla, sadece "kan dökülmesini durdurmak için önemli bir adım" olarak tanımlamıştır. Bu, Türkiye'nin hedeflenen kalıcı barışın henüz sağlanmadığını, ancak acil insani duraklamanın diplomatik olarak desteklenmesi gerektiğini düşündüğünü ortaya koymaktadır. Türkiye, Pakistan ve Endonezya ile süreci anlık olarak paylaşırken; Mısır ve Katar da Arap ve Körfez ülkeleriyle koordinasyonu sağlamıştır. Bu üçlü koordinasyon, diplomatik bağımsızlık ilkesini sürdürerek, ABD ve İsrail'in tek taraflı baskılarına karşı bölgesel bir denge mekanizması kurmuştur.

Sonuç olarak mevcut diplomatik gelişmeler, Gazze'deki çatışmanın sona ermesine dair umutları artırmakla kalmamıştır. Aynı zamanda Hamas'ın rasyonel taktik ve cevaplarıyla Filistin-İsrail meselesinin geleceğine, Filistin devletinin inşasına dair çok aktörlü bir müzakere evresinin başlangıcını temsil etmektedir. Hamas'ın 20 maddelik teklife verdiği stratejik koşullu kabul, ABD ve İsrail'in teslimiyet amaçlı ültimatomunu, Filistin'in siyasi geleceğine yönelik bir diyalog zeminine çekme başarısıdır.

Birinci olarak, bu anlaşma sürecinin, Filistin meselesini bitirmediği, aksine devlet inşası sürecini devam ettirdiği temel bir analitik sonuçtur. Hamas, müzakerelere meşru bir siyasi muhatap olarak dahil olmayı başararak, Gazze'deki askeri varlığını gelecekteki Filistin ulusal birliğinde siyasi bir varlığa dönüştürme yolunda önemli bir adım atmıştır. Hamas'ın, Gazze'nin yönetiminin Filistinli gruplar tarafından üstlenilmesi, İsrail'in tam çekilmesi ve iki devletli çözüm perspektifinin masada tutulması yönündeki ısrarı, savaş sonrası Gazze'nin statüsünün sadece güvenlik temelli değil, aynı zamanda egemenlik ve özgürlük zemininde tartışılacağını garanti altına almaktadır.

İkinci olarak, anlaşmanın sürdürülebilirliği, Başbakan Netanyahu'nun iç siyasi kırılganlıklarıyla doğrudan bağlantılıdır. Netanyahu, hem uluslararası alanda soykırım ve savaş suçları yargılanma riski hem de aşırı sağcı koalisyon ortaklarının baskısı altında kalmaktadır. Bu durum, Netanyahu'nun anlaşmayı sabote etme riskini sürekli canlı tutmaktadır. Bu riski en aza indirmek için, Netanyahu'nun, anlaşmanın ihlaline dair Batı'dan veya İsrail içinden herhangi bir yargı veya siyasi garanti almamış olması durumunda, çatışmayı yeni bölgelere (Batı Şeria, Lübnan veya Suriye'de IŞİD benzeri yapılar üzerinden) yayarak süreci bozma ihtimali yüksek bir endişe kaynağıdır.

Üçüncü olarak, arabulucu ülkelerin (Türkiye, Katar, Mısır) ve İslam dünyasının siyasi duruşlarının güçlendirilmesi, sürecin başarısı için hayati önem taşımaktadır. Müzakereci ülkelerin, İsrail'e karşı uluslararası tecridi sürdürerek, çatışmanın yayılmasını önlemesi gerekmektedir. Aynı zamanda, Filistinli gruplar tarafından yönetilecek meşru bir sivil idarenin kurulmasını desteklemek, Refah Sınır Kapısı'nın kısmen açılmasıyla beraber Gazze halkına yönelik insani ve ekonomik desteği artırmak, Müslüman dünyanın acil sorumluluklarıdır. Hamas'ın bu diplomatik manevrası, dayatılan şartları aşarak, kendisini müzakere masasının vazgeçilmez bir parçası haline getirmiş ve Netanyahu'yu köşeye sıkıştırmıştır. Bu gelişme, Hamas'ın sadece direniş hareketinin değil, aynı zamanda Filistin siyasi geleceğinin şekillenmesinde devlet aklıyla hareket edebilen sofistike bir aktör olduğunu kanıtlamaktadır. Bu ateşkes süreci, nihai bir son değil, Filistin devletinin inşasına doğru atılan ve bölgesel aktörlerin koordinasyonunu gerektiren yeni bir stratejik başlangıç noktasıdır.