Yerleşimci Kolonyalizm’in Yüzleri: Gaspçı Olma Gerçeğini Kabul Etmek

Yerleşimci Kolonyalizm’in Yüzleri: Gaspçı Olma Gerçeğini Kabul Etmek

     Gazze savaşı ve İsrail'in soykırımları bütün dünyanın gözleri önünde sürerken birçok kesimden sesler yükseldi, gösteriler yapıldı, insanlar kendilerini yaktılar, gazete yazıları, TV programları yapıldı. Bir nokta dünyanın gündemi peki bütün bu katliamlar sürerken İsrail kamuoyu nasıl bir tepki veriyor, onların Gazze'de süren soykırım ile ilgili görüşleri nedir diye bir merak oluştu. Nitekim yapılan anketler konuya vakıf olanlar haricinde çoğu kişiyi şaşırttı, bu nasıl mümkün olur, bu gerçek mi şeklinde tepkilere neden oldu. Gazze'deki soykırıma ve bunun üzerinden devam eden Filistinlileri Gazze'den çıkarma fikrine İsrail'deki Yahudilerin %82'i olumlu bir destek vererek, Nazi Almanya'sında olduğu gibi kitlesel bir tepki göstermiştir. Anket sonuçları açıklandığında İsrail'in etnokratik ve apartheid yapısından bi-haber kesimler bölgenin en “liberal” en “demokratik” ülkesinin vatandaşları bu çılgınlığı nasıl destekler diye şaşırdılar. Ancak yerleşimci kolonyalizmi tanıyan birçok araştırmacı, sömürgeciliğin ve sömürgeci zihniyetin bireyleri kuşatma biçiminin, kişilerin bu kitlesel ve patolojik düşünce kalıplarından sıyrılıp sağlıklı ve bağımsız tepkiler verebilmesini son derece zorlaştırdığını kabul etmektedir. İsrail'de doğan veya yerleşen bütün Yahudilerin artık kuruluşundan itibaren temel varlığının en önemli karakteristik özelliği olan yerleşimci kolonyalizmi benimsediği ve bu noktada uygulanan politikaları normal karşıladığını görebiliyoruz. Peki nedir Yerleşimci kolonyalizm? Politikalarına maruz kalan kişilerin tavırları nasıl şekillenir?


     Yerleşimci kolonyalizm, klasik sömürgecilikten farklı olarak, işgal edilen topraklarda kalıcı olarak yerleşme, orayı yurt edinme ve sahiplenme amacı güden bir sömürgecilik türüdür. Bu tür, yerli halkın ve kültürünün ortadan kaldırılmasıyla yerine yeni bir toplum inşa etmeyi hedefler. Bu amaca ulaşmak için yurt edinme, yerinden etme, mülksüzleştirme, yeniden adlandırma, sürgün ve soykırım-etnik temizlik gibi uygulamalara başvurulur. İsrail, günümüzdeki en önemli yerleşimci kolonyal oluşum örneğidir ve varlığı bu uygulamalar olmaksızın düşünülemez. Siyonist hareket, halihazırda başka bir halkın yaşadığı Filistin topraklarında “Yahudi yurdu” kurmayı hedeflemiş, sistematik Yahudi göçleri (Aliyah) ile nüfusunu artırmış ve 1948 Nekbe'si sırasında yaklaşık 750 bin Filistinliyi yerinden ederek toprakların yaklaşık %80'ini ele geçirmiştir. İsrail'in politikaları, dünyadaki her Yahudi'ye yerleşme hakkı tanırken, yerinden edilen Filistinlilerin geri dönüşünü engellemekte; bu durum, yerleşimci kolonyalizmin temel mantığı olan “yok etmek ve yerine yenisini koymak” ilkesini yansıtır. Filistinlilerin toprakları ve geçim kaynakları sürekli olarak ellerinden alınırken (mülksüzleştirme), şehir, köy ve kasabaların adları değiştirilerek Yahudileştirme ve İbraniceleştirme yoluyla bölgenin tarihi ve kültürel izleri silinmeye çalışılmaktadır (yeniden adlandırma). İsrail, kuruluşundan itibaren sürgün ve etnik temizlik yöntemlerini uygulamış, 7 Ekim 2023 sonrası Gazze'de yaşananlar bu etnik temizlik niyetinin en son ve yıkıcı örneğidir; Gazze nüfusunun yaklaşık %8'i öldürülmüş, çok sayıda insan yaralanmış ve yerinden edilmiştir. İsrail yerleşimci kolonyalizmini diğer örneklerden ayıran temel özellikler arasında, sürecin halen tüm hızıyla devam etmesi, Yahudi yerleşimcilerinin dönecekleri bir anavatanları olmaması nedeniyle kalıcılık arz etmesi, ideolojik (Siyonist) temellere dayanması ve başta ABD olmak üzere küresel güçlerin koşulsuz desteğiyle varlığını sürdürmesi, eleştirileri ise “anti-Semitizm” suçlamalarıyla engellemesidir. Uluslararası hukukça yasa dışı ilan edilmelerine rağmen, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki gasp/yerleşim birimleri, devlet kontrolü ve planlaması altında hızla genişlemeye devam etmekte, Filistin yaşam alanlarını parçalayarak ve Filistin nüfusunu azınlığa düşürmeyi hedefleyerek fiili ilhakı derinleştirmektedir.

     Bu tarihsel okuma üzerinden sorulması gereken soru şudur; İsrail'in kolonyalist politikalarından sadece liderleri mi sorumlu tutmak gerekiyor? Sömürgecilik üzerine eserleri ile bilinen Albert Memmi, Sömürgecinin Portresi & Sömürgeleştirilenin Portresi (Telemak, 2021) isimli kitabında yerleşimciyi lider politikalarına dahil eden kolonyal yapının üç özelliğine işaret eder: kâr, ayrıcalık ve gasp. Bu üç özellikle yerleşimciye çok önemli ayrıcalıklar sağlar. Bu ayrıcalık kişinin bütün varlığı ile kolonyal politikaları savunmasına neden olur.

Memmi'in ifadeleriyle:

     “bir sömürgeci olma gerçeğini kabul etmek, gayrimeşru bir ayrıcalıklı olmayı, yani gaspçılığı kabul etmek demektir. Gaspçı biri kendi konumuna elbette sahip çıkar ve gerekirse bunu elindeki tün araçlarla savunur. Ama gasp edilmiş bir yeri talep ettiğini kabul eder. Dolayısıyla, zafer kazandığı anda bile, onda zafer kazanan şeyin, mahkûm ettiği imge olduğunu kabul eder. Bu nedenle, fiili zaferi (işgal) asla onu tatmin etmez; bu zaferi yasalara ve ahlak kurallarına da kaydetmesi gerekir. Bunun için de kendisini değil, ötekileri ikna etmesi gerekecektir. Diğer bir deyişle, zaferinden (işgalden) tümüyle yararlanabilmek için kendisini zaferinden ve bu zaferin kazanılma koşullarından aklaması gerekir. Bu da onun, zafer kazanmış biri için tuhaf olan ufak tefek şeyler üzerinde gayretkeş ısrarını açıklar: tarihi yanıltmaya uğraşır, metinleri yeniden yazdırır, anıları yok eder. Kısacası gaspçılığa meşruluk yeniden kazandırmaya başlamak için elinden geleni yapar” (s. 90).


     Gaspçılık nasıl meşruluk kazanabilir? İlk olarak gaspçı kendi üstün özelliklerini (kötüleri saklayarak), liberal, demokratik, Batılı vs., yüceltir. Sonrasında gasp edilenin erdemsizliğine vurgu yapılarak onu insan formatının dışına çıkarmaya çalışır yani “insansılaştırır”. Gaspçı istediği kadar zafer kazansın ve bunların derin hülyalarında kendi yüceliğini kendisine ve diğerleri hatırlatsın. Yerleşimci kolonyal yapının içerisinde bir vatandaş yani gaspçı olmak eninde sonunda sizi soykırımı ve etnik temizliği, yerinden edilmeleri destekleyen bir noktaya getirir. Yine Memmi'nin ifadeleriyle “sonunda, gaspçı gasp edileni ortadan kaldırmaya yönelecektir, çünkü onun yalnızca varlığı bile gaspçılığını hatırlatmaktadır, giderek şiddetlenen zulüm de onu iyice zalim yapmaktadır” (s. 91). Bu gaspçının içsel yazgısıdır, gasp edileni ahlaki ve fiziksel ezilmesi gerekliliği.


     İşte bu noktadan bakıldığında İsrail toplumunun bir gaspçı psikolojisinde olduğu söylenebilir. “Devlet”in kuruluşundan itibaren yerleşimci kolonyal şekilde yürüttüğü politikalar, “kutsal terör” savaşları, İsrail toplumunu gaspçı vasıflarını güçlendirmiştir. Filistinlilere karşı uygulanmış ve uygulanan her zalim politika kendi zalimliğini ve gaspçılığı hatırlatması nedeniyle daha zalim olmaya, uygulanan bütün bu politikaları kabul etmeye itmektedir. Bir yerleşimci kolonyalist için kâr, ayrıcalık ve gasp büyük imkanlar sunmakta ve bunlardan sıyrılmaya çalışmak ise büyük maliyetler getirme potansiyeline sahiptir. Özellikle kâr, ayrıcalık ve gasp üzerine inşa edilmiş kolonyal politikaların “yurt severlik” ile özdeştirilmesi, kişinin bu yapının içinden çıkmasını zorlaştırmaktadır. Bu yapının içinden çıkmanın zorluklarına rağmen içinde kalmayı tercih etmek çok bilinçli ve maliyeti hesaplanmış bir tercihtir ayrıca. Yani bu durum İsrail'deki vatandaşları Hannah Arendt'ın ifade ettiği Kötülüğün Sıradanlığından ziyade Radikal Kötüler vasfına taşımaktadır. Çünkü Kötülüğün Sıradanlığı bir bürokratik tek düzeliği ifade eder ancak Radikal Kötülük bilinçli bir tercihe işaret eder. Başta sorduğumuz soruya geri dönersek -yerleşimci kolonyalizm kişiye nasıl bir tavır kazandırır?- %82'lik olumlu görüş bildiren İsrail vatandaşları artık bütün politikaların ortakları ve radikal kötülerdir. Çünkü bütün bu politikalardan kendini sıyırmak ve bu radikal kötülüğe ortak olmamak mümkündür. Miko Peled, Avi Shlaim, Ilan Pappé gibi kişilerin radikal kötülükten kendilerini sıyırma biçimleri, kâr, ayrıcalık ve gasp üzerinde yapılan maliyet hesaplamasının başka türlü sonuçlanabileceğini göstermektedir. Peki kişi kendini bundan nasıl sıyırabilir? Bunu ise gelecek yazının konusu olan Miko Peled'in hikayesinde okuyacağız….