Yerleşimci Kolonyalizmin Bir Diğer Yüzü: Siyonizm’in “Üstün Ayrımcılığı”

Yerleşimci Kolonyalizmin Bir Diğer Yüzü: Siyonizm’in “Üstün Ayrımcılığı”

       Oxford Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler profesörü olan, İsrail ve Filistin meselesin dair onlarca kitap ve makale kaleme alan ünlü Yahudi tarihçi Avi Shlaim, Üç Dünya Bir Arap Yahudi'nin Anıları (Küre Yayınları, 2025) isimli hatıratlarında İsrail'in etnokrasi ve apartheid bir rejim olduğunu söylemektedir. Bu kanı Shlaim'in dışardan gözlemlediği bir mesele değil, bilakis ailesinin ve kendisinin doğrudan tecrübe ettiği bir yaşanmışlığa dayanmaktadır. Günümüz Irak'ın başkenti olan Bağdat'ta kadim Yahudi topluluğunun bir üyesi olarak 1945'te dünyaya gelen Shlaim, 1948'den 1953 tarihleri arasında ailesi de dahil İsrail'e göç eden 135 bin Iraklı Yahudi içerisindeydi. İsrail'e aliyah yani yükseliş olarak anlatılan bu hikâye Shlaim kendi tecrübesine dayanarak tersyüz etmektedir. Irak'ın nispeten zengin bir ailesi ve topluluğuna dahil olan, belli imtiyazlardan yararlanan ailesi, büyük oranda İsrail ajanlarının Irak içerisinde gerçekleştirdikleri bombalı saldırılar ve operasyonlar neticesinde İsrail'e göç etmeye zorlanmışlardır. Mısır başta olmak üzere (Lavon olayı) birçok Arap ülkesinde bu tür operasyonlar yapan İsrailliler, “Yahudi Karakterde” bir devlet oluşturmak için kendi insanlarını (Yahudiler) ölümleri pahasına İsrail'e göçü sağlamaya çalışmışlardır. İsrail ajanlarının gerçekleştirdiği bombalı saldırılar neticesine Irak toplumu Yahudilere karşı harekete geçmiştir. Irak toplumunun Yahudilere karşı bu dönüşümü, İsrail'i Ezra ve Nehemya Operasyonları ile Irak Yahudilerini İsrail'e taşımasına yol açmıştır. Bu süreç İsrail tarihi açısından bir aliyah olarak ele alınırken Shlaim bu göçü yerida (iniş/gerileme) (s. 181) olarak anlatmaktadır. Shlaim, “Irak'ı Yahudi olarak terk ettik ve İsrail'e Iraklı olarak geldik” (s. 124) şeklinde ifade eder bu göçü.

       İsrail resmi tarihi 1950'lerde Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan İsrail'e gerçekleşen göçleri “kurtarma Aliya”sı olarak ele almaktadır. Çünkü İsrail, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki Yahudileri amansız bir “hasmane ortamdan kurtarmış, onlara memnuniyetle kucak açmış ve olağanüstü zor şartlar altında göçmenleri hazmetme görevini kahramanca üstlenmişti.” Ancak İsrail resmi tarih anlatısı hasmane ortamın nasıl oluşturulduğundan bahsetmemektedir. Hasmane ortamın temel suçlusu doğal olarak Araplardı. Buna rağmen Shlaim bize bu aliyah'ın Iraklı Yahudiler için açık bir yerida olduğunu söylemektedir. Çünkü “Iraklılar gururlu olim (göçmen) değil, kurtarıcılarına büyük minnet borcu olan mülteciler olarak karşılandılar” (s. 183). Bu tutum aslında Siyonist liderliğin Doğulu Yahudilere karşı sergilediği küçümseyici tavırla gayet uyumluydu. Devletin kurucu liderliğini üstlenen Avrupa kökenli Aşkenaziler, kendilerini doğal üstün bir topluluk olarak addediyorlardı. Doğu Yahudilerini ikinci sınıf, cahil, eğitilmeye ihtiyaç duyan bir topluluk olarak sınıflandırıyorlardı. Bu nedenle “Irak'ta kendi liderliği ve kurumları olan Yahudiler” … Siyonistlerin insafına kalmış “parasız pulsuz, güçsüz ve lidersiz” (s. 183), düşük işlerde çalışan bireyler olarak geldiler. Irak göçü sonrasında bütün statülerini kaybeden ve İsrail'e geldiklerinde ise statüsüz bir vasfa indirilen Doğu Yahudileri, havaalanlarında aşağılanırcasına hayvanlar gibi dezenfekte edilmek amacıyla üzerlerine DDT böcek ilaçları sıkıldı. Havaalanlarından ma'abarotlara (geçici göçmen kampı) götürüldüler. Buralarda ilkel barınaklarda, sağlıksız ve sefil bir ortamda yaşamaya zorlandılar. İstihdam fırsatları sınırlı ve aşağılayıcıydı. Irak'ta yüksek statüye sahip insanlar İsrail'de mutfak işleri, inşaat, yabani otları temizleme gibi bayağı işlerde çalışmaya zorlandılar. David Ben-Gurion'un ifadesiyle bunlar “vahşi sürüler”di ve bu muamele onlar için normaldi (s. 184).

       Bu çerçeveden bakıldığında aslında Aşkenaz yani Siyonist liderliğin bakış açısı Filistinlilere yönelik olan yerleşimci sömürgeci bakışla benzerdi. Yerleşimci sömürgecilik üç temel özelliği olan emek, toprak ve nüfusu işgal/kontrol etme politikaları çoğunlukla Filistinlilere yönelikti ancak buna doğu Yahudileri de dahildi. Özellikle yerleşimci kolonyalistlerin (Aşkenazların) kendilerini üstün (Aşkenazi üstünlükçülüğü) görme biçimleri, Yahudilerin de bu sömürgeci yapıya dahil olmasını engellememiştir. Doğu Yahudilerine bakılan mercek aslında İsrail'de çok-kültürlü bir toplumu teşvik etmekten ziyade doğulu kültürel kökenleri gayrı meşrulaştırma, İsrail'in Avrupalı karakterini vurgulamak ve hem kültürel hem de siyasi güç tekelini korumak için Filistinliler gibi Doğu Yahudileri de “insansı varlıklar” sınıfına yerleştirilmiştir. Siyonistler için kendileri “çok-kültürlü, çoğulcu Batı'nın temsilcileri iken Filistinliler ve Doğu Yahudileri ise “dışlamacı, geri kalmış, bedevi, zekâsı düşük Arap dünyası”nın (s. 14) temsilcileriydiler. Bu nedenle Shlaim, Irak'tan İsrail'e göç eden “büyükannelerim gibilerin bu Avrupa merkezli devlette kendilerini evinde hissetmesi imkansızdı” der (s. 27-29).

       Siyonistlerin varlık şemalarını bu şekilde “üstünlükcü” bir noktadan koymaları onları bugün yerleşimci sömürgeciliğin, apartheid devlet yapısının ve etnokratik rejim tipinin temel temsilcisi yapmıştır. Çünkü bu tür bir varlık şeması sadece Filistinlileri değil aynı zamanda kendi insanını da (Yahudiler) sömürülen bir obje vasfına indirgemektedir. Shlaim açık bir şekilde İsrail'in Filistinlilere tavrı ve Doğu Yahudileriyle olan ilişki biçimi üzerinden İsrail'in etnokrasi (belli bir etniklikle (Yahudi) özdeşleşen demokrasi, etnik-demokrasi) ve apartheid bir rejim olduğunu söyler (s. 304). Avi Shlaim'e göre İsrail'in yerleşimci, üstünlükcü yapısı onu etnokrasi ve apartheid bir rejim yapılanmasına itmiştir. Apartheid, uluslararası hukuk bağlamında insanlığa karşı bir suçtur. 1998 Roma Statüsü, apartheidi, rejimi sürdürme pahasına bir ırk grubunun herhangi bir diğeri üzerinde sistematik baskı ve tahakküm uyguladığı kurumsallaşmış bir rejim tipi olarak tanımlıyor.  Nitekim Yahudi üstün statüsü, Temmuz 2018 tarihli “Yahudi Ulus-Devlet Yasası” ile yasallaştı. Bu temel kanun, İsrail'in etnokrasiye dayalı apartheid bir devlet olduğunun yasal kanıtıdır. Kanun, İsrail'de ulusal kendi kaderini tayin hakkının “Yahudi halkına” özgü olduğunu belirtir.  Bu şekilde ırkçılığın kanunla teminat altına alınması yapı olarak yerleşimci kolonyal bir devlet için olağan bir sonuçtur.

       Sonuç olarak İsrail'in yerleşimci kolonyalist yapı ve zihniyetinden kaynaklı etnokrasi ve apartheid yapısını anlamak, Siyonist tarih yazımının İsrail'e göçle ilgili çarpıtmalarını görmek, İsrail'in başka ülkelerdeki gayri meşru ve gayri ahlaki operasyonlarını ve siyonistlerin tarihi yeni bir ulus-devlet ve kimlik üretiminde nasıl çarpıttığını anlamak için Shlaim'in Üç Dünya isimli hatıratları İsrail'e dair tecrübi yeni bir gerçeklik sunmaktadır.