Bir sömürgeci olduğunu kabul etmek, aslında haksız bir ayrıcalığı yani gaspçılığı kabul etmektir. Gaspçı kişi bu konumunu korur ama aynı zamanda başkasına ait olanı talep ettiğini de bilir.
Bu yüzden işgal gibi zaferler onu tatmin etmez; bunları “hukuk ve ahlak” açısından da meşru göstermek zorunda hisseder. Bu amaçla tarihi çarpıtır, metinleri yeniden yazar, hafızayı silmeye çalışır ve gaspçılığı meşrulaştırmak için her yolu dener. Bu aslında sürekli bir huzursuzluğu bastırmak için çabalamayı gerektirir. Çünkü Memmi'nin belirttiği üzere gaspçının her seferinde gasp edileni görmesi artık bir rahatsızlığa sevk etmekte ve vicdanını rahatlatmayı engellemektedir. Gasp edileni yok etmek gerekmektedir, onunla birlikte yaşamak mümkün değildir bu durumda. Bu, gaspçı insanı açık bir ırkçılığa sürüklemektedir. Nitekim bir kere gaspçı olduğunuzu kabul ettiğinizde ve mevcut sömürge ilişkisini benimsedikten sonra artık bu durumdan kendinizi kurtarmak çok zordur. Çünkü size ağır maliyetler yükleme, sizi tamamen güvencesiz bırakma ihtimali bulunmaktadır. Kendini bu sömürgeci portreden sıyırmak -bir şekilde buraya sürüklenmek- büyük maliyetlere sebep olabilir, nitekim Yüksek Lisan tezini sunan Teddy Katz'ın da başına gelen tam olarak bu olmuştur.
Teddy Katz, 1990'ların sonlarında Hayfa Üniversitesi'ne sunduğu yüksek lisans tezinde, İsrail'in 1948 yılında Arap köyü Tantura'da sivillere karşı toplu katliam işlediğini iddia etti. Tez, İsrail Bağımsızlık Savaşı'nın ilk aşamalarında İsrail ordusunun Alexandroni Tugayı askerleri tarafından gerçekleştirildiğini belirttiği katliama odaklandı. Katz, çalışmasını olayla ilgili olarak 135 tanıkla (yarısı Yahudi, yarısı Arap) yaptığı 140 saatlik ses kayıtlı mülakatlara dayandırdı. Tez, 1948 savaşı üzerine mikro-tarihsel bir araştırmaydı ve özellikle Tantura köyündeki olaylara odaklanıyordu. Katz'ın dördüncü bölümde aktardığı tanıklıklar, 22-23 Mayıs 1948 tarihlerinde, Haganah birliklerinin saldırısı sonrası köyün teslim olmasının ardından, çoğu genç erkek olmak üzere yaklaşık 200 silahsız Tantura köylüsünün vurularak öldürüldüğünü anlatıyordu. Katz'ın tezinin temel fikri, 1948 savaşı üzerine yapılan çalışmaların, tek tek köylerin kaderini detaylıca ele almamasıydı. Tezinin kalbinde, Katz'ın topladığı sözlü tanıklıklar yer alıyordu, zira bu tür mikro-araştırmalar sadece arşiv materyallerine dayanarak yapılamazdı. Katz, Filistinlilerin maruz kaldığı Nakba (1948 Filistin Felaketi) bağlamında tarihsel olarak yeniden inşa sürecinde sözlü tarihin önemli ve hayati bir bileşen olduğunu kabul ediyordu. Katz, tezinde “katliam” kelimesini kullanmamış olsa da Profesör Asa Kasher gibi akademisyenler Tantura'da yaşananları “savaş suçu” olarak nitelendirdi. Katz'ın araştırması, daha sonra Alon Schwarz'ın “Tantura” belgeselinde dijitalleştirilip dinlenen teyp kayıtları, IDF arşivinden alınan belgeler ve uzmanlar tarafından analiz edilen tarihi hava haritaları ile desteklendi.
Katz'ın yüksek not alan tezi, 2000 yılında İsrail gazetesi Maariv'in bulgularını yayınlamasına kadar dikkat çekmedi. Maariv makalesi yayınlandıktan sonra, Alexandroni Tugayı gazileri Katz'a hakaretten dava açtı. Katz, mahkemeden davanın üniversite içinde çözülmesi gereken bir akademik tartışma olduğunu ileri sürerek davanın açılmamasını talep etti, ancak üniversite destek vermediği için dava açıldı. Davaya atanan yargıç, Katz'ın kasetlerini dinlemeden davayı reddetti. Katz'a, katliamın gerçekleşmediğini belirten bir geri çekilme mektubu imzalaması için baskı yapıldı. Duruşmanın ikinci gününün sonunda, felç geçirmesi, ailesi, arkadaşları ve Kibbutz'daki komşuları tarafından büyük baskı altında olması nedeniyle, avukatlarından birinin (kuzeni) tavsiyesi üzerine akademik araştırmasını reddeden bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma “Özür” başlığını taşıyordu ve Katz'ın Alexandroni Tugayı veya diğer Yahudi güçlerinin Tantura'da köy teslim olduktan sonra cinayet işlediği iddiasının hiçbir temeli olmadığını kabul ettiğini belirtiyordu. Üniversite, Katz'ın derecesini iptal etti. Ayrıca, üniversite davada Katz'a hukuki, ahlaki veya pratik destek sağlamayı reddetti. Bu süreçte Filistinli bir sivil toplum kuruluşu olan Adalah ona ücretsiz hukuki yardımda bulundu. Katz'ın adı, çalışmaları için onurlandırılacaklar listesinden çıkarıldı ve akademik kariyer umutları suya düştü. Katz, mektubu imzaladığına hızla pişman oldu ve kendini savunmaya devam etmek istedi. Bu talep Yüksek Mahkeme'ye ulaştı, ancak mahkeme davayı dinlemeyi reddetti. Haifa Üniversitesi, Katz'ın geri çekilme kararını da kabul etmedi ve savcının Katz'ın unvanını geri alması yönündeki çağrısı üzerine iki komite kurdu: biri teyp kayıtlarını tezdeki alıntılarla karşılaştırmak, diğeri ise denetim sürecindeki hataları araştırmak için.[1]
Duruşmanın ardından Katz, ana akım medyada bir uydurmacı ve ideolojik nedenlerle gerçek dışı bir olayı icat eden sözde bir tarihçi olarak tasvir edildi. Alon Schwarz'ın belgeseline göre, eğer Katz'ın kasetleri dinlenseydi, Tantura'da korkunç bir şey yaşandığına dair kimsenin şüphesi kalmayacaktı, zira geniş bir katliam yaşanmıştı.[2] Filistinli kaynaklar ve yeni Yahudi tanıklıklar, Katz'ın bulgularını güçlendirdi. Örneğin, Alexandroni'den bir asker olan Dan Vitkon, bir İsrail Savunma Bakanlığı yetkilisinin Tantura'da silahlarını saklayan Arapları tek tek kendi tabancasıyla öldürdüğünü belirtti. Katz'ın araştırmasından çıkan ana tablo, köy teslim olduktan sonra yaklaşık 200-250 erkeğin öldürüldüğü yönündeydi. Öldürmeler, bir öfke patlaması ve daha sonra daha önceden planlanmış infazlar olmak üzere iki aşamada gerçekleşti. Ancak bir Yüksek Lisans tezinin sömürgeci gerçeğe dair ortaya koyduğu portre Katz'ın bütün sosyal ve akademik hayatına mal oldu. Bu maliyete yerleşimci kolonyalist yapılarda katlanabilen kişiler de tabi ki bulunmaktadır. Ilan Pappé, Avi Shlaim gibi yeni tarihçiler kendilerini bu sömürge ilişkisinden kurtaran ve bu sömürge ilişkisini açıkça ifşa eden cesur insanlardı. Bunun yanın Miko Peled gibi görünür olmayan şahsiyetlerin kendilerini bu ilişki ağından kurtarması ve bu ilişki ağını ifşa etmesi de önemli bir tanıklıktır.
1967 Savaşı'nın kazanılmasının başlıca mimarlarından biri olan General Matti Peled'in oğlu olan Miko Peled, kendisini bütün geçmişi ve içinde bulunduğu ilişki ağlarından kurtaran kişilerden biriydi. Bir generalin oğlu olarak İsrail'de dünyaya gelmiş ve askerliğini yine İsrail'de yapmış olması, sömürge ilişkisinin insanları esfel-i safilin durumuna nasıl taşıdığını görmesine, Filistinlilerin ciddi bir sömürge ilişkisi ile sömürüldüklerini fark etmesine engel olmamıştır. Acaba Ben-Gurion başta olmak üzere İsrail liderleri ve askeri kademesinin tepelerinde bulunan bir babanın oğlu, ciddi manada Siyonist bir fikriyat ile yetiştirilmiş bir kişi kendisini bu sarmaldan nasıl kurtarabildi? Miko Peled'in bu sarmaldan çıkması aslında babasının Arapça yetkinliği, Arap tarih ve edebiyatına olan merakı, Arap toplumu ile müzakerenin önemine olan inancı çerçevesinde yaptıklarıyla şekillenmeye başlamıştır. Baba Peled, Nobel Edebiyat ödüllü yazar Necip Mahfuz ile görüşmekten,[3], Arap liderlerle barış sürecini tartışmaktan geri durmayan ve İsrail'in bu bölgede var olmak istiyorsa Araplarla ilişkilerini normalleştirmesi gerektiğine inanan sağduyulu bir Siyonist idi. Miko Peled ise ilk başlarda özellikle Batı Şeria'da askerlik yıllarında, Filistin'de İsrail'in varlığını gerekli görmekle birlikte, işgalin vahşiliğine şahit olmuştur. Askeriyede kırmızı bere kazanmasına rağmen bundan ciddi manada rahatsızdı. Artık İsrail'in sömürgeciliğine şahit olmaya başlamıştı ve vicdanını susturmakta başarısızdı. Ya gaspçı olduğunu kabul edecekti ya da kendini bu toplumun dışına atacaktı. Bu noktada Peled kendisini Karate sporuna vermiş ve dünya seyahatine çıkarak İsrail'den uzaklaşmıştı. İşgal ve sömürge ilişkisinden kaçabilirdi ama bundan kurtulamazdı. Çünkü işgal ve sömürgeciliğin yarattığı baskı ve çevreleme biçimi kişinin kendisini şiddetle var etmesi dışında imkân bırakmaz ve bir kara delik misali ortasındaki tekilliğe her şeyi ve herkesi çeker. İşte 1997'de işgalin sebebiyet verdiği şiddette (bombalama) Peled'in yeğeni öldüğünde[4] işgalin sadece Filistinlileri etkilemediğini aynı zamanda İsrail toplumunu da etkilediğini anlamış oldu. Normalde yeğeninin ölümünün bir radikalleşme yaratması beklenirdi ancak Peled, rasyonel bir biçimde Filistinlilere yönelik devam eden İsrail şiddetinin Yahudi toplumunu hem radikalize ettiği hem de kötü manada dönüştürdüğünü anladı. Çünkü sömürge ilişkisinin yarattığı maliyet bütün toplumu gaspçı olmaya sürüklüyordu. Bu ise işgalin yarattığı kara delik tekelliğine herkesi bütün hızıyla itiyordu. Kaleme aldığı Genaral'in Oğlu: Bir İsraillinin Filistin Yolculuğu isimli hatıratında durumu şöyle özetliyordu, -yan yana yaşamalarına rağmen- “Küdüs'te yaşayan İsrail ve Filistin toplulukları tamamen ayrılmış durumda. Çocukluğumu düşündüğümde bırakın bir Arap arkadaşı, bir Arap tanıdığım bile olmadığını fark ediyorum. ‘Biz' vardık ve ‘Araplar' vardı, bambaşka gezegenlerde yaşıyorduk sanki.”[5] Çünkü o da aslında Siyonist mantalitenin farkına varmıştı, eğer gasp edileni fark edersen gaspçı olarak kendi varlığını da fark ediyordun, bu nedenle yan yana olmalarına ve Filistinlilerin hayatları işgalle baskılanmasına rağmen Siyonist yapılanma, Araplarla aralarına başka gezegende yaşıyormuş hissi yaratan duvarlar örüyordu. Peled'in gerçek yolculuğu bu farkındalığı edindiğinde başladı. Bu farkındalık Peled'in Araplar/Filistinlilere yönelik bütün Siyonist yalanları ve yanlış algılarını ifşa etmesini sağladı. Bir aktivist olarak Amerika, Kudüs, Batı Şeria ve Gazze'de Filistin mücadelesine destek veren Peled, İsrail'deki ve Amerika'daki Yahudilerin “şu lanet olası Araplar” şeklinde tanımlanabilecek algılarına karşı çıkarak, bütün İsrail tarihsel anlatılarının özetinde bir Filistin ve Filistinlilerin olduğunu gösterme çabasına girişti. Nitekim gaspçı olmanın yarattığı korku virüsünün yerleşimler yoluyla nasıl bir şiddet dönüştüğünü, devam eden işgalden müteahhitlerin nasıl yararlandıklarını ve Filistin acılarını nasıl servete dönüştürdüklerini, yerleşim genişlemesinin yarattığı toprak işgallerinin nasıl barışı her gün baltaladığını görmüş bütün bunların İsrail “demokrasisi”ni baltalayarak onu nasıl bir etnokrasi ve apartheid bir yapıya dönüştürdüğünü anlatmayı temel bir görev telakki etmiştir.
Filistin toplumu ile artık bütünleşmiş, onların yanında duran ve liderleriyle dayanışma içerisinde olan Peled kendini gaspçı olmaktan kurtarmıştı, ancak İsrail toplumu halen bunun pençesinde debeleniyordu, onun sözleriyle ifade edecek olursak
“yaptığı her şey İsrail'in yanına kâr kalıyor ve böyle oturup hiçbir şey yapmamak beni hasta ediyor. Masum insanlar öldürülüyor, çocuklar aç, inanılmaz boyutta işsizlik ve fakirlik var ve bütün bunlar Tel Aviv'den (diğer gezegen) bir saat mesafede oluyor. Bunların hiçbiri doğal afet sonucu meydana gelmiyor. İsrail bilerek ve isteyerek bu şartları oluşturuyor ve Amerika'da kimse buna karşı tek bir kelime etmiyor. Gazze'de okuryazarlık oranı %90'larda; yani bu bölge ticaret, eğitim, kültür ve istikrar için bir liman olabilir. Fakat bu ancak İsrail'in postallarını Filistinlilerin ensesinden çekebilirsek, işgale kafa tutabilirsek olur”[6]
“Gazze gerçeğinin en şok edici tarafı İsrail'e olan yakınlığı. Kudüs'ün yakınlığını bırakın; tıp merkezleri, temiz akan suları, yiyecek ve kıyafet dolu dükkanları ile başka modern şehirler sadece dakikalarca mesafede. Fakat eğer Gazze'nin içindeyseniz bunların hiçbirinin önemi yok: Gazze sadece yaşamakta ısrar ettikleri için cezalandırılan yaklaşık 2 milyon insan için bir hapishane”[7]
şimdilerde ise Gazze bir kabristan artık. Peled'in hikayesi gaspçı taraf ve gasp edilen taraf arasında bir arafta bulunmaktır. Aynı zamanda gaspçının bütün şiddetine şahit olup, bunu bütün acısıyla yaşamaktır. Filistinli şair Mürid Barguti gibi, Peled de Filistin'deki işgalin ve gaspın en büyük etkisinin nesillerin geleceğini yok etmek olduğunu fark etmiştir. Bu ise yerleşimci kolonyalizmin Filistinlilere dair yarattığı trajedinin temel niteliğini oluşturmaktadır.
[1] Ayrıntılar için bkz. Ilan Pappé, “The Tantura Case in Israel: The Katz Research and Trial”, Journal of Palestine Studies, 30(3), 2001, s. 19–39. https://doi.org/10.1525/jps.2001.30.3.19
[2] Renee Ghert-Zand, “‘Tantura' director: Israelis have been lied to for years about alleged 1948 massacre”, The Times of Israel, 27 Ocak 2022. https://www.timesofisrael.com/tantura-director-israelis-have-been-lied-to-for-years-about-alleged-1948-massacre/
[3] Miko Peled, Generalin Oğlu: Bir İsraillinin Filistin Yolculuğu, Çev. Zeynep Alp, İstanbul: Kaknüs, 2022, s. 82.
[4] Peled, 2022, s. 129.
[5] Peled, 2022, s. 143.
[6] Peled, 2022, s. 206.
[7] Peled, 2022, s. 308.