Mehmed Ârif Bey’in Binbir Hadîs-i Şerîf Şerhi Ve Osmanlı Modernleşme Tecrübesindeki Yeri

Mehmed Ârif Bey’in Binbir Hadîs-i Şerîf Şerhi Ve Osmanlı Modernleşme Tecrübesindeki Yeri

Hadîs-i şerîfler, İslam tarihi boyunca, Kur'ân-ı Kerîm'le birlikte Müslümanların maddi ve manevi problemlerinin çözümünde başvurulan temel bir kaynak olmuştur. Hadîslerin dine kaynaklık konusundaki bu önemli konumu nedeniyledir ki, hem onların güvenilirliğini tam olarak tespit edebilmeye; hem de onlarda yatan hikmetleri mümkün olduğu kadar açığa çıkarabilmeye, mevcut problemleri hadîslerden hareketle çözebilmeye dönük gayretlerin neticeleri olan eserler, İslam tarihinin hemen her döneminde ortaya çıkmıştır. Bahsini ettiğimiz eserler arasında, şerh-haşiye türü çerçevesinde değerlendirilebilecek olan çalışmalar da yer almaktadır. Bu şerh-haşiye türü çalışmaların içeriği bazen rivâyet ağırlıklı (hadîslerin, mevcut hadîs nakletme usullerine uygun olup olmadıkları, diğer bir deyişle bunların Hz. Peygambere aidiyeti üzerinde daha fazla duran); bazen de dirâyet ağırlıklı (gerek dil ve gerekse dini kaidelere uygun bir biçimde hadîslerin lafızlarından elde edilen manalar üzerinde daha fazla duran) olagelmiştir.

Şerhe konu olan hadîslerin yekünü bazen ciltler tutmuş, bazen de birkaç varaktan ibaret kalmıştır. Fakat bazı sayıların, farklı nedenlerden ötürü daha fazla tercih edildiğini görmekteyiz. Örneğin 40 hadîs,[1] 101 hadîs, 1001 hadîs gibi.  Müellifler bu eserlerde hadîsleri, mevcut problemlere çözüm sunmak için birer tutamak/dayanak noktası olarak görmüşler ve çözüm önerilerini bu hadîslerden hareketle ortaya koymayı tercih etmişlerdir. Burada kendisini konu edindiğimiz müellif Mehmed Ârif Bey de “Binbir Hadîs-i Şerîf Şerhi” isimli böyle bir eserin sahibidir. O da tarihte ve kendi zamanında yaşamış diğer müellifler gibi, çevresinde-toplumunda-dünyada karşılaşmış olduğu problemlere dair söyleyebileceğini düşündüğü şeyleri, “hadîs” gibi sağlam bir temelin üzerine inşâ etmeyi tercih etmiştir. Yalnız bu eserin, bağlı bulunduğu türün sınırlarını zorlayan/aşan, farklı/orijinal birtakım hususiyetleri bulunmaktadır. Bu makale de en temelde ilgili eserin “farklı/orijinal” taraflarını ortaya koymayı ve bu vesileyle dikkatleri müellif ve esere çekmeyi hedeflemektedir. Bu çerçevede öncelikle müellifin hayatı ve eserleri üzerinde duracak, ardından da “Binbir Hadîs-i Şerîf Şerhi” başlıklı eseri genel hatlarıyla değerlendireceğiz.

MÜELLİFİN HAYATI:

Mehmed Ârif Bey, Erzurum Kalesi Topçu Kumandanı Miralay Hacı Ömer Bey'in oğlu olup,[2] 1261 yılı Rebiu'l-evvel ayının 20'si Cuma gecesi (29 Mart 1845) Erzurum'da doğmuş ve 1278 (1861-62) tarihine kadar süren ilk tahsilini de burada tamamlamıştır.[3] Daha sonra aynı yılın Ağustos ayında, merkezi Erzurum'da bulunan Dördüncü Ordu Meclisi Kalemi'ne Mülazım (stajyer) olarak girmiş[4] ve böylelikle, ölümüne kadar (13 Safer 1315/14 Temmuz 1897) sürdüreceği memuriyet hayatına başlamıştır.[5] Ârif Bey bu görevi esnasında cami derslerine de devam etmiş ve bu derslerden icazet almıştır.[6] Ordu Meclisi Kalemi'nde başlayan Ârif Bey'in memuriyet hayatı, 1885 yılında deruhte ettiği ve vefatına kadar 12 sene boyunca üzerinde bulundurduğu Mısır Fevkalâde Komiserliği Başkâtipliği vazifesiyle de son bulmuştur. Bu iki görev arasında, farklı mahkemelerde çeşitli derecelerde (zabıt katipliği, başkatiplik gibi) Kâtiplik, Savcılık, Sorgu Hakimliği, Hukuk Dairesi Azalığı ve Adliye Müfettişliği gibi adliyenin çeşitli kademelerinde hizmetler îfâ etmiş ve Özel Kalem Müdürü sıfatıyla da bürokraside görev almıştır.[7]

Memuriyeti vesilesiyle Osmanlı Devleti'nin farklı bölgelerine ziyaretlerde bulunan Mehmed Ârif Bey, Fevkalâde Komiserlik Başkatipliği göreviyle Mısır'da bulunduğu yıllarda dönemin Arap dünyasını yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Mısır'da bulunduğu süre zarfında (1885-1897), 1311 (1893-94) senesinde bir Avrupa seyahati de gerçekleştirmiş ve Batı dünyasının o günkü durumunu hikmet ve de ibret nazarıyla müşahede etmiştir.[8]

Zamanın ilimlerini sonradan mütalaa eden Mehmed Ârif Bey, İslam felsefesi ve ahlak ilmiyle bu ilimlerin inceliklerine vakıf olacak derecede meşgul olmuştur.[9] Müellifin gerek zamanın ilimlerine ve gerekse İslâmî ilimlere olan vukufiyetinin derecesini ise, eserlerinin satırlarını takip etmek suretiyle fark etmemiz mümkündür.

Ârif Bey, bulunduğu görevlerde sâdık ve namuslu bir şekilde hizmet etmiş, otuz yedi yıl süren memuriyet hayatı boyunca bir kez olsun işinden çıkarılmadığı gibi, hakkında herhangi bir şikâyet de vuku bulmamıştır.[10] “Nitekim merhumu tanıyan ve hakkında yazmış olanlar, onun yüksek insânî ve ahlâkî vasıflarından ve vazifeperverliğinden övgü ile bahsetmektedirler.”[11] Bir dönem beraber çalıştığı Kastamonu Valisi Abdurrahman Paşa'nın Ârif Bey hakkında sarf ettiği “doğru, sebatkâr, bilgili ve ehliyetli bir kişi[dir]” şeklindeki sözlerin doğruluğu, Adliye Bakanı Server Paşa tarafından da teyit edilmiştir.[12]

Mîzâncı Mehmed Murad, Ârif Bey'in, gayret erbabı kimseler arasında başı çektiğini söylemekte ve ardında da onun hakkında “büyük yürekli”, “geniş fikirli”, “vatanına çokça muhabbet besleyen” gibi methedici ifadeler kullanmaktadır.[13] Aynı şekilde müellifin oğlu olan Necmeddin Ârif'in babası hakkında kaydettiği şu cümle de önemlidir: “İffetli, iyi huylu, ciddî, dindar ve mahviyet-kâr bir insan-ı kâmil idi”[14] Tüm bunlar, müellifin karakteri, seciyesi ve ahlakî yapısına dair bizlere olumlu bir resim sunmaktadır.

Ârif Bey, insan olmak hususiyetiyle sahip olduğu bu meziyetlerle de paralel olarak, yürüttüğü görevlerindeki liyakati sebebiyle çeşitli rütbelerle ödüllendirilmiştir. Bu rütbelerin yanında Ârif Bey, 1294/1877 senesinde Dördüncü Rütbeden Osmanî nişânı ile taltif edilmiş, 1891'de de kendisi İkinci Rütbeden Mecîdî nişânına layık görülmüştür.[15]

Ârif Bey'in, eşi Nafi'a Hanım'dan (v. 7 Recep 1344/20 Ocak 1926) olma Hasan, Salâhaddin, Necmeddin Ârif (1871-1926), Celâleddin Ârif (1875-1930)[16] ve Ulviye adında dört oğlu ve bir kızı bulunmaktadır.[17] Müellifin oğullarından üçü (Hasan, Necmeddin Ârif, Celâleddin Ârif) Jön Türk hareketine katılmış ve Mısır'da faaliyetlerde bulunmuşlardır. Celâleddin Ârif Bey İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin temsilcisi sıfatıyla Mısır'da Hidiv'le görüşmelerde bulunurken, Necmeddin Ârif Bey de Merkez yayın organın göstermiş olduğu eğilimlere uygun olarak Mısır'da dinî eserler/risâleler neşretmiştir.[18]

Ömrünün son 12 senesini geçirmiş olduğu Mısır'da 1314 (1896-97) yılında hastalanan ve tedavi maksadıyla İstanbul'a dönen Ârif Bey, yakalandığı mide kanseri nedeniyle 1315 yılı Safer ayının 13. Salı günü (14 Temmuz 1897) Heybeliada'da hayata gözlerini yummuştur.[19] Kabri, İstanbul'da Merkez Efendi Dergâhı hazîresinin 12. adasında bulunmaktadır.[20]

ESERLERİ:

Mehmed Ârif Bey'in iki eseri bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, “Başımıza Gelenler” adlı, müellifin 93 Harbi diye bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus harbine dair hatıralarını içeren çalışması, diğeri ise “Binbir Hadîs-i Şerîf Şerhi” adlı, burada tanıtımını amaçladığımız eseridir.

1- Başımıza Gelenler: Mehmed Ârif Bey, 24 Nisan 1877'den 1878 tarihine kadar dokuz ay boyunca, savaşın doğu cephesi Başkumandanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın (1839-1919) yanında bulunmuş ve önemli hadiselerin, savaşların tümüne şahitlik etmiştir. Ahmet Muhtar Paşa ile gerek İstanbul ve gerekse diğer kumandanlar arasındaki yazışmaların hepsi onun elinin altından geçmiştir.[21] Savaştan tam on dört yıl sonra Kahire'de bulunduğu esnada Ârif Bey, 93 Harbi esnasında yaşamış, görmüş ve güvenilir ağızlardan duymuş olduklarını, eline geçirebildiği resmî vesikalarla teyit ederek ve bunlara şahsi tespit ve görüşlerini de eklemek suretiyle kaleme almış, eserine de “Başımıza Gelenler” ismini vermiştir.[22] 11 Eylül 1888 tarihinde yazımına başladığı eserini 4 Mayıs 1890'da bitirmiş,[23] fakat ne yazık ki, gerek bu eserinin  ve gerekse Binbir Hadîs adlı eserinin neşrini göremeden vefat etmiştir.

Eser oğulları tarafından ilk defa 1321/1903'te Mısır'da ve daha sonra 1328/1910'da İstanbul'da neşredilmiştir. Ayrıca, sadeleştirilmek suretiyle 1972 ve 1976 tarihlerinde yine İstanbul'da basılmıştır.[24] Eserin son neşri ise, M. Ertuğrul Düzdağ tarafından başına müellife, oğullarına ve müellifin eserlerine dair büyük emek mahsulü değerlendirmeler de eklenmek suretiyle, 2006 yılında yapılmıştır (İz Yayıncılık, İstanbul).

2- Binbir Hadîs-i Şerîf Şerhi: Müellifin, görevi gereği Mısır'da bulunduğu esnada derlemiş olduğu notlardan oluşan bu eserin başlangıç tarihini tam olarak bilmemekle birlikte; eserin 1. Baskısı sonunda yer alan ve “8 Cemâziyel-ûlâ 1307/7 Kânûn-i Sânî 1305 (19 Ocak 1890) İsmâiliye Sarayı, Kahire-Mısır” ifadesi bize eserin tamamlandığı yeri ve tarihi bildirmektedir. Eser ilk defa müellifin vefatından 4 yıl sonra oğulları tarafından Mısır'da neşredilmiştir (h.1319/1901). İki bin nüsha olan ilk baskısı çabucak tükenen eserin ikinci baskısı ise, r.1325/h.1909'da yine Mısır'da yapılmıştır.[25] Eser daha sonra Abdürreşid İbrahim tarafından Şimal (Kazan-Tatar) Türkçesine tercüme edilmiş ve Petersburg'da yayınlanmıştır (1907).[26] Eserin sadeleştirilmek suretiyle latin alfabesiyle gerçekleşen neşirlerinin tarihleri ise, 1959, 1966, 1975'tir.[27]

Mîzâncı Murad'ın haber verdiğine göre, bu iki eserinin yanında Ârif Bey'in, Mîzân dergisinde yayınlanmış üç de bendi (yazısı/makalesi) bulunmaktadır.[28] Araştırmamız neticesinde dergide (Mısır'da yayınlanan sayılarında) Ârif Bey imzalı herhangi bir yazıya rastlayamadık. Fakat Mîzâncı Murad'ın zikretmiş olduğu “Ezcümle 163 numaralı nüshada münderic ‘Huzura Arîza' bendi onundur.”[29] ifadesinden hareketle, ilgili yerdeki “Huzur-ı Hazret-i Padişahiye Bir Arz-ı Hal-i Zarâ‘ati Mâildir” başlıklı makalenin[30] Ârif Bey'e ait olduğunu söyleyebiliriz.[31]

Son olarak, müellifin -“Başımıza Gelenler” adlı eserinin sonunda ifade ettiği üzere- harp ahvali ve Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın yanında bulunması vesilesiyle Osmanlı-Rus harbine dair görüp işittiklerinin, Gazi Paşa ile Çatalca'ya geldikleri tarih olan 1295 (Ocak-Mart 1878) sonrasına ait kısmı üzerine bir eser vücuda getirmek istediğine, fakat bunu gerçekleştiremeden vefat ettiğine de işaret etmek gerekmektedir.[32]

MÜELLİF VE ESERLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Mehmed Ârif Bey, Osmanlı İlmiye sınıfı içerisinde yer almayan, fakat buna rağmen Tanzimat sonrası İslâmcı yazarları tarafından oldukça yakından tanınan bir isimdir. Onun düşünce dünyasında, İslâmcılar ile paralellik arz eden pek çok nokta bulunmaktadır. Özellikle de hadîs söz konusu olduğunda, gerek hadîse bakışının ve gerekse hadîs-toplum ilişkisine dair fikirlerinin, ilgili müellifler ve yayın organları nezdinde müspet yankılara sebep olduğunu söylememiz mümkündür.[33]

Meşrûtiyet döneminde yazıları ve fikirleri ile ön plana çıkan Müslüman aydınların, Ârif Bey'den, onun eserlerinden haberdar olduklarını bilmekteyiz.[34] Aydınların onun eserlerini okuyup okumadıkları ve onun/fikirlerinin tesirinde kalıp kalmadıkları sorusunu soracak olursak diyebiliriz ki; bu konuda elimizde kesin deliller bulunmasa da, elimizde bulunanlar, konuya dair bir zann-ı gâlip edinmemize yardımcı olacak niteliktedir.[35] Hatta bu bağlamda, Ârif Bey'in dile getirdiği problemleri kendisinden sonra dile getiren ve çözüm sadedinde, Ârif Bey'inkilerle çok büyük ölçüde benzer/paralel fikirler ortaya koyan isimlerin var olduğunu belirtmekte de fayda bulunmaktadır.[36]

Ârif Bey'i gerek kendi dönemi ve gerekse bugün bizler için önemli kılan hususiyetlere gelince; öncelikle müellifin aile efradının hem usûl ve hem de furû bakımından devlet nezdinde itibar sahibi kimseler olduğunu zikretmemiz gerekmektedir. Zira Miralay olan babası Hacı Ömer Bey, aynı zamanda Karacehennem İbrahim Paşa'nın da yeğenidir.[37] Kendisi de devletin adalet kanadının hemen her kademesinde ve bununla birlikte bürokraside çok önemli görev(ler) îfâ etmiş, çeşitli derecelerde nişânlara layık görülmüştür. Oğulları arasında yer alan Necmeddin ve Celâleddin Ârif Bey'ler de aynı şekilde devletin çeşitli kademelerinde görevler üstlenmişlerdir. Doktor olan Necmettin Bey, kardeşi ve Hukuk Müderrisi olan Celâleddin Ârif Bey'le birlikte bir dönem Jön Türk hareketi içinde yer alan önemli isimler olmuşlardır. İlerleyen yıllarda Necmeddin Bey doktorluğa devam etmiş, Başhekimlik yapmış ve tıbba dair önemli eserler telif etmiştir. Celâleddin Bey ise, avukatlık, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde hocalık, Meclis-i Meb'ûsan Reisliği, 1920'de kurulan 1. Meclis'te İkinci Başkanlık (kendisi Gazi Mustafa Kemal Paşa'dan 1 oy eksik almıştır), Roma Sefirliği gibi siyaset ve hukuk alanında farklı birçok görev yerine getirmiştir.[38]

Görüldüğü üzere Ârif Bey, hem kendisinden önceki ve hem de sonraki aile efradı itibariyle bu topraklarda yaşayan önemli isimlerdendir. Fakat hiç şüphesiz onu bizler için önemli kılan esas unsur, ardında bıraktığı eserleri ve bu eserlerinde dile getirdiği fikirleridir. Müellifin her iki eseri de basımı sonrasında büyük ilgi görmüştür, fakat günümüz toplumunun, tarih, sosyoloji, siyaset, antropoloji, ahlak gibi birçok ilmî disiplin tarafından incelenmeye konu teşkil edecek malzemeye sahip bu eserlerden ne kadar haberdar olduğu sorusu, bizce cevabı olumsuz bir sorudur. Bu olumsuzluğu aşmak adına bu eserlerden birine “Binbir Hadîs-i Şerîf” adlı esere biraz daha yakından bakmak istiyoruz.[39]

BİNBİR HADÎS-İ ŞERİF ŞERHİ

Müellif eserin telif nedeni olarak, Hz. Peygamber'in (sallellâhu aleyhi vesellem) 40 hadîs ezberlemeye/derlemeye dair hadîsini göstermiştir. Kendisi, büyük âlimlerin çoğunun bu hadîsin müjdesine nail olmak adına “Kırk Hadîsler” kalem aldıklarını belirttikten sonra satırlarına şu şekilde devam etmiştir:

Hatası çok olan bu kul da, kudretsizliğine bakmayarak, bu hadîsin hükmünü gerçekleştirmek arzusuyla küstahça ve utangaç bir şekilde, bin aded hadîs-i şerîfi bir araya getirmeye teşebbüs etti ve “bununla ümmet-i Muhammed'in selâmet bulmasına ve saadetli bir hâle erişmesine acaba bir hizmet edebilir miyim” hevesine kapıldı. İsyanımın çokluğu sebebiyle Efendimiz'in şefaatine olan tamâhım cehâletimin doğal olarak yol açması gereken utangaçlığı unutturduğundan, bu zor işe cüret ettim. Kerem sahibi âlimlerimiz kusurumu affederlerse iyilik ederler. Etmezlerse kendileri bilirler. Zira, isyân ve noksan denizinde boğulmuş olan kimse zaten cezasını bulmuştur. Dolayısıyla bu kişi tekrar hesaba çekilmez. Çekilse de, artık bir kere doludan ıslanmış olduğundan yağmurdan korkusu kalmaz!.[40]

Kendi ifadeleriyle “araştırma ve öğrenme hevesi ile dolu” bir gönle sahip olan Mehmed Ârif Bey, o dönem itibariyle devletin ve milletin içinde bulunduğu sıkıntılara “hâle razı olmamak ve yok olma düşmanına kolay kolay teslim olmamak” maksadıyla çareler ararken, aramakta olduğu “şey”in önemli bir bölümünün Hz. Peygamber'in (sallellâhu aleyhi vesellem) hadîsleri ile yakından alakalı olduğunu fark etmiş ve hadîs eserlerini incelemeye başlamıştır. Bu eserler içerisinde Suyûtî'nin Camiu's-Sağîr'inde yer alan hadîsler üzerinde yoğunlaşan Ârif Bey, eserinin yazımına dair bundan sonraki kısmı okurlarına şu satırlarla bildirmektedir:

Artık mecburen hâlimiz, konumumuz, ahlâkımız ve siyasetimizle alâkalı olduğunu gördüğüm hadîs-i şerîfleri, her vakit gözümün önünde bulunsun diye, bir kağıda kaydederek cebimde bulundururdum. Bir kısmının üzerine de belki zaman olur da bir işe yarar diye, hâlimizle alâkalı bazı değerlendirmeleri ve üzüntü verici şeyleri yeri geldikçe yazardım. Böyle böyle bir hayli malzeme birikti. Toplanılan hadîslerin sayısı bini bulduğu vakit, bunların böyle perişan ve dağınık hâlde torbada bulunmasına gönlüm razı olmamaya başladı. Şu halde, emeğimizin mahsülünün bir kitap haline gelmesini hesap ettiysem de, cesaretsizliğimi yenmek mümkün olamadığından, fetva vermekte tereddüt eden müftü gibi, şaşkın bir vaziyette öylece kaldım. Bir gün yine Câmiu's-Sağîr'i karıştırırken “Ümmetimden her kim kırk hadîs ezberlerse Allah Teâlâ onu fakihler ve âlimler zümresi arasında haşreder!” hadîs-i şerîfini gördüm. Bu hadîs-i şerîfi görünce, şefaat ümidi ve cehalet korkusu gibi iki daraltıcı şeyin arasında bir müddet kısıldım kaldım. Sonunda, günahlarımın çokluğu sebebiyle Peygamber'imizin şefaatine olan arzum, cehaletimin doğal olarak ortaya çıkaracağı utangaçlığı unutturdu ve ben de, “her ne olursa olsun” deyip büyük bir cesaretle üzerimdeki perdeyi kaldırıp attım ve de eseri yazmaya karar verdim.[41]

Yukarıdaki satırlardan da anlaşılacağı üzere ne müellifimiz kelimenin tam anlamıyla “Hadîs alimi” ne de ismi “Binbir Hadîs-i Şerîf olan” eseri klasik bir hadîs şerhidir. Ârif Bey'in bu “farklı/orijinal” eseri hakkında oğlu Necmettin Ârif Bey'in sarfettiği şu cümleler bize, eserin “ne tür” bir çalışma olduğu konusunda ipucu vermektedir.

Bu eser, herkesin tam yahut eksik olarak bilegeldiği ibadet usullerinden yani abdestten namazdan değil, ruhun ve vicadanın manevî tekâmüle/olgunlaşmaya ulaşması arzusundan ve buna götürecek vesilelerden bahseden –bu bağlamda müellifin ahlak felsefesiyle bizâtihi ilgilenmiş bir isim olduğunu hatırlamamızda fayda vardır- ve her vakit insan topluluğunun kendisine vadolunan feyze ulaşmasını amaçlayan bir eserdir. [42]

Eserin aşağıya aldığımız konu başlıkları ise, bir yandan bu çalışmanın içeriğine dair resmin geri kalanını bizlere sunmakta ve konu yelpazesi itibariyle ne denli geniş olduğunu göstermekte iken, bir yandan da eserin niçin kayda değer bir öneme sahip olduğu sorusuna cevap vermektedir. Müellifin başlık kullanmadan zikrettiği hadîslerin şerhlerinde yer alan açıklamalar, genel itibariyle şu alanlarla ilgilidir:

Siyâsî: Tanzimat ve değişen siyasi yapıya dair çözümlemeler; tefrika; ittihad; saltanat; devletin çöküşünün nedenleri; Avrupa'daki milliyetçilik hareketleri ve bunların Osmanlı Devleti'ne yansımaları; milliyetçilik hareketleri ve Mısır'ın elden çıkması; müellifin devletin farklı yönetim kademelerinde bulunan zevâta dair şahit olduğu bozukluklar-yolsuzluklar; Adalet/Adliye; mahkemeler; şer'î mahkeme-karma mahkeme ikiliğinin neden olduğu problemler.

Sosyal-Ahlâkî-Dînî: Ulemâ-Yeniçeri ilişkisi; Anadolu ve Mısır ulemâsının durumu; ulemânın toplumsal çöküşle olan bağlantısı; ulemâ sınıfındaki bozulmalar; Mısır; Mısır'ın elit tabakası, aydınları, ulemâsı, halkı, örf ve adetleri; Mısır'daki Mason Locaları ve burada icra edilen uygulamalar/ritüeller; Mısır'ın toplumsal durumu hakkında başka yerlerde belki de karşılaşılamayacak, müellifin bizzat kendi gözlemleri olan ayrıntılı malumatlar; en genel anlamıyla taklit; Batıyı taklit; Avrupa'nın ilmini alma; İslam ve terakkî; bilgiyi tekniğe dönüştürme; Avrupalılardaki Müslüman algısı; Avrupa'ya talebe gönderme; aydınlarımızın durumu; Anadolu'daki Askerî Mektepler'in durumu; Mısır'daki mekteplerin durumu; hutbelerin Türkçe okunması; tasavvuf, tarikat, tekke, tevekkül, zühd, takvâ, taassub, miskinlik, bidat, hurâfe, türbe, mum yakma, adak adama, kabir ziyareti, sünnetten sapma gibi olgu, kavram ve uygulamalara dair açıklamalar/tenkitler; kadın; evlenme; evlenme adetleri ve düğün merasimleri; çocuk yetiştirme; çocuk düşürme; Avrupa ve Anadolu kadını arasında mukayese; Anadolu kadınlarının durumu; materyalizm-kelâm; felsefe; Şiilik; Bektaşilik -hususen müellifin Anadolu bektaşiliği hakkında görüp işittiklerine dair kaydettiği satırlar hacim itibariyle büyük bir yekün tutmasının yanında içerik itibariyle de oldukça kayda değerdir-; gezip görülen yerlere ilişkin örf ve adetlerin anlatımı; çalışma; sanat; ziraat ve ticaret; kölelik; gayrimüslimlerin durumu; Hz. İsa; avcılık; ok atma; karantina; ağız ve saç temizliği; seyahat; şehirlerin durumu; ağaç dikme; intihar; uyku; güzel konuşma vb.

Yukarıda yer alan satırlardan da anlaşılacağı üzere, eserde, devlet kademelerinde önemli görevler üstlenmiş bir ismin görevleri esnasında bizzat yaşamış ve görmüş-duymuş olduğu, bu gün itibariyle tarihi değere sahip siyasi olaylardan/hatıralardan ve bunlara dayanan tespit ve yorumlardan siyasî yapılarda meydana gelen değişimlere kadar, müellifin döneminde var olan örf ve adetlerden Hz. Peygamber'in (sallellâhu aleyhi vesellem) uygulana gelen çeşitli sünnetlerinin sağlam veya bozulmuş şekillerine ve bunların eleştirisine kadar, toplumsal değişimlerden/dönüşümlerden ahlâki bozulmalara kadar birçok farklı konuya dair izahatlar/şerhler yer almaktadır.

Eserde yer alan hadîsler “serbest” şekilde tercüme edilmiş, bazı hadîslerin ise şerh edilmeksizin sadece anlamlarının verilmesiyle yetinilmiştir. Müellif eserinde yer yer hikaye üslübuna başvurmuş, yerine göre bazen sert ve bazen de yumuşak ama her halükarda çok sade bir dil kullanmıştır. Eserde yer alan samimi ifadeler, hedef kitlenin öncelikle halk olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda müellif anlatımı güçlendirmek için kimi zaman şiirlerden ve nüktelerden de yararlanmıştır.

Bursalı Mehmed Tahir'in “(…) İslam âleminin, birliği ve islâmî siyaset bakımından gerçekten muhtaç olduğu dînî eserlerdendir”[43] dediği Ârif Bey'in bu eseri, gerek Türkiye ve gerekse Rusya Müslümanları arasında (ve gerekse diğer coğrafyalarda) oldukça revaç bulmuştur.[44] O denli ki, Kuduslü Ali Rıza en-Nişâşibî adlı bir zat tarafından eserin bütün dünya dillerine, özellikle de İslâm ulemâsının kullanmış oldukları dillere tercüme edilmesi dahi istenmiştir.[45] Bu durumun en önemli nedeni ise, hiç şüphesiz, hadîs-i şeriflerin “(…) açık bir lisanla tercüme edilmesi ve her mevzua münasip şerhler ve izahlar yapılması (…)” olmuştur.[46]

Hususiyetlerini genel olarak aktardığımız Mehmed Ârif Bey'in bu eseri, ibadet yönüyle değil içerdiği sosyal, ahlakî ve hatta siyasî nitelikli fikirler itibariyle dikkatleri üzerine çekmektedir. Müellif ilgili alanlara dair fikirlerinin tamamını güvenilir bir kaynak olan hadîslere dayandırmaktadır. Bunun bir neticesi olarak da bazen hadîsin içerdiği mananın çok uzağında yorumlara yer vermektedir. Bu hadîs ilmi açısından eserin kıymetini pekâlâ düşürebilir. Fakat yukarıda da değindiğimiz gibi ne müellif bir hadîs âlimidir ne de eserin telif gayesi mükemmel bir hadîs şerhi ortaya koymaktır. Arif bey'in tüm çabası toplumunun problemlerini çözebilmektir. Bu açıdan bakıldığında, eserin içeriğine/niteliğine ve hedefine dair şu tespiti yapabiliriz: Eser, hadîslerden hareketle mevcut sosyal, siyasal ve ahlakî durumun hem bir fotoğrafını çekmekte ve bu vesileyle bizlere oldukça kıymetli tarihi veriler sunmakta, hem de bu problemlere dair çözümler üretmekte, önermektedir. Hem içerdiği kıymetli tarihi veriler ve hem de müellifin, toplumunun önemli bir aydını olan Mehmed Arif Bey'in fikirleri/yorumları, eseri günümüz okuyucusu için de önemli kılmaktadır.

SONUÇ

Osmanlı modernleşmesi, yalnızca teknik ya da kurumsal bir dönüşüm değil, aynı zamanda ahlâkî ve zihnî bir sarsıntının da tarihidir diyebiliriz. Tanzimat'tan itibaren devletin bekası için yapılan reformlar, Batı'nın idari ve bilimsel araçlarını ithal ederken, bu araçların dayandığı değer dünyasını da kaçınılmaz biçimde beraberinde getirmiştir. İşte Mehmed Ârif Bey, bu kırılmanın tam ortasında duran bir şahsiyettir. Devlet bürokrasisinin içinden gelen, modern dünyanın yüzünü Mısır ve Avrupa'da doğrudan görmüş, fakat bu görgüyü İslam'ın ahlak ve hikmet dairesiyle yeniden yorumlamaya çalışan bir Osmanlı aydınıdır.

“Binbir Hadîs-i Şerîf Şerhi”, ilk bakışta bir dinî eser gibi görünse de, aslında bir medeniyet muhasebesidir. Ârif Bey, hadîsleri sadece manevî rehberlik için değil, aynı zamanda çöken bir imparatorluğun ahlaki köklerini yeniden diriltmek için bir araç olarak kullanır. Onun gözünde çözüm, körü körüne Batı'yı taklit etmekte değil; ahlâk, adalet, emanet, liyakat ve hikmet gibi İslâmî ilkeleri yeniden hayata taşımaktadır. Çünkü modernleşmenin getirdiği teknik ilerleme, bu ilkelerden kopuksa bir anlam ifade etmez.

Ârif Bey'in yaptığı şey, bir “anti-modern” direniş değil, bir ahlâkî modernleşme çağrısıdır. Kendisi Avrupa'yı “ibret ve hikmet gözüyle” okur ve Mısır'daki bozulmayı eleştirirken kendi toplumunun zaaflarını da saklamaz. Onun binbir adet hadîs içinde aradığı şey, aslında Osmanlı'nın kaybettiği vicdan merkezidir. Bu yönüyle eser, dinî bir metinden çok bir ahlâk düşüncesi denemesi ve toplumsal analiz kitabıdır.

Bugün bu metni yeniden okumak, sadece bir Osmanlı münevverinin sesini duymak değildir; modernleşmenin bizde yarattığı aynı ikilemleri -inanç ile ilerleme, hikmet ile bilim, ahlak ile siyaset arasındaki gerilimi- yeniden düşünmektir. Dolayısıyla rahatlıkla şunu diyebiliriz ki, Mehmed Ârif Bey'in “Binbir Hadîs”i geçmişin değil, bugünün de kitabıdır: Çünkü hâlâ aynı sorunun peşindeyiz: Medeniyetin ahlakı nerededir?

 

[1] Herhangi bir konuya dair 40 hadîs derleme/tercüme/şerh etme geleneği hicri ikinci asrın ikinci yarısından itibaren varolagelmiştir. Şüphesiz ki bu geleneğin oluşmasında en etkili olan unsur, Hz. Peygamber'in (sallallâhu aleyhi vesellem) “Ümmetim içinde din emirlerine dair kırk hadîs ezberleyeni Allahu Teala fakihler ve alimler zümresi arasında haşreder” şeklindeki hadîsi şerifidir (Selahattin Yıldırım, Osmanlı'da Kırk Hadîs Çalışmaları 1, Osmanlı Hadîs Araştırmaları, İstanbul 2000, s. 19-20). Bu hadîs senet açısından her ne kadar pek güvenilir bulunmamışsa da bu durum, bu türde eser telif edecekleri çalışmalarından alıkoymamıştır (Selahattin Yıldırım, Age, s. 40.).

[2] Hacı Ömer Bey, Şebin-Karahisar'lı Avutmuşlu Hacı Osman Ağa'nın oğlu, aynı zamanda Topçu Yüzbaşı görevinde bulunduğu sırada meydana gelen Yeniçerilerin ilgası hareketinde (1826), yeniçeri kışlalarını yıkmış olan Karacehennem İbrahim Paşa'nın da yeğenidir. Bk. Mehmed Ârif Bey, Binbir Hadîs-i Şerîf Şerhi, Maârif Matbaası Kahire, 1319/1901, 1. Baskı, yazarın resmi hayatını anlatan bölümden.; Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 21.

[3]  Mehmed Ârif Bey, Binbir Hadîs, 1. Baskı, Önsöz (yazarın resmî hayat hikayesi.)

[4] Mehmed Ârif Bey, Binbir Hadîs, 1. Baskı, Önsöz (yazarın resmî hayat hikayesi.); Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, Haz. M. Ertuğrul Düzdağ, İz Yayıncılık İstanbul 2006, s. 108.

[5] Ali Akyıldız, “Mehmed Ârif Bey”, DİA, XXVIII, 443.

[6] Mehmed Ârif Bey, Binbir Hadîs 1. Baskı, Önsöz (yazarın resmî hayat hikayesi.); Müellifin Arapça, Farsça, coğrafya ve hesap dersleri okuduğunu bilmekteyiz. Bk. Ali Akyıldız, “Mehmed Ârif Bey”, DİA, XXVIII, 443.

[7] Mehmed Ârif Bey, Binbir Hadîs, 1. Baskı, Önsöz (yazarın resmî hayat hikayesi.); Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 22-26.

[8] Yazarın, oğlu Necmeddin Ârif Beyin kaleminden çıkma memuriyet hayatı için bk. Binbir Hadîs 1. Baskı önszöü; Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, S. 108-110.

[9] Mehmed Ârif Bey, Binbir Hadîs, 1. Baskı, Önsöz (yazarın resmî hayat hikayesi); Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 110.

[10] M. Zeki Pakâlın, “Arif”, İslam-Türk Ansiklopedisi, I, 501.

[11] Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, Haz. M. Ertuğrul Düzdağ, İz Yayıncılık İstanbul 2006, S. 23.

[12] Ali Akyıldız, “Mehmed Ârif Bey”, DİA, XXVIII, s. 443.

[13] Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, S. 79; Mehmed Murad (Mizancı), Mücahede-i Milliye: Gurbet ve Avdet Devirleri, Dersaadet İstanbul 1324, s. 113-4.

[14] Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 110.

[15] Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 110.

[16] Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin reisi olan Celâleddin Ârif Bey, Ankara'da toplanmış olan Birinci Millet Meclisi'nin de ikinci reisi olarak görev yapmıştır. Bk. Mehmed Ârif Bey, Age, s. 73.

[17] İsmail Arar, “Halife Olmak İsteyen Meb'usan Meclisi Reisi Celâleddin Ârif Bey”, Tarih ve Toplum, No: 41 Ve 42, Mayıs-Haziran 1987'den naklen Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 73. Celâleddin ve Necmeddin Ârif Bey'ler meşhur olmalarına ve hayatları hakkında malumat sahibi olmammıza rağmen, müellifin diğer çocuklarına dair bilgimiz bulunmamaktadır. Zira kendisinden başka evlatlarından sadece Celâleddin ve Necmeddin Ârif Bey'lerin mezarı aile kabristanında yer almaktadır. Aile kabristanındaki diğer zevat eşi, damadı ve Necmeddin Ârif Beyin hanımıdır.

[18] M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihat Ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük 1 (1889-1902), İletişim Yayınları İstanbul 1985, s.388. Ârif Bey'in oğulları hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 69-77. Ârif Bey'in Binbir Hadîs-i Şerîf adlı eserinin de oğlu Necmeddin Ârif Bey tarafından Mısır'da neşredildiğini belirtmekte fayda vardır. Bu duruma ilerleyen satırlarda ayrıca değineceğiz.

[19] Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 110; Ali Akyıldız, “Mehmed Ârif Bey”, DİA, XXVIII, 443.

[20] Mehmed Ârif Bey, Binbir Hadîs, 1. Baskı, Önsöz (yazarın resmî hayat hikayesi.); M. Orhan Bayrak, “Osmanlı Tarihi” Yazarları, Osmanlı Yayınları, 1982, s. 147. Merkez Efendi haziresinde yer alan 12. Ada 3 bölümden oluşmaktadır. Birinci kısım Topkapı surlarına bakmakta, 3. Kısım ise caminin yanında yer almaktadır. Ârif Bey'in aile kabristanı orta kısımda blunmaktadır. Ârif Bey'in yanında, resimde de görüldüğü üzere eşi, damadı, oğulları Necmeddin ve Celâleddin Ârif Bey'lerle, gelini ve Necmeddin Bey'in eşi Melek Hanım da bulunmaktadır.

[21] Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 23.

[22] Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 24.

[23] Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 28.

[24] Ali Akyıldız, “Mehmed Ârif Bey”, DİA, XXVIII, 443.

[25] Necmeddin Ârif Bey'in ikinci baskıya dair önsözde kaydetmiş olduğu şu ifadeler, hem eserin ilk defa niçin Mısır'da basıldığına hem de eserin görmüş olduğu rağbete dair bizlere bir fikir verebilir. Tabi ki bu satırları okurken, Necmeddin Ârif Bey'in de bir Jön Türk olması dolayısıyla, o dönem itibariyle Jön Türklerin sahip olduğu fikriyatı da göz önünde bulundurmamız gerekmektedir: “Pederimiz merhûm Ârif Bey'in eseri olan “Binbir Hadîs Şerhi'ni bundan sekiz sene evvel Mısır'da tab' ettirmiştik. O vakitler vatanımızı  bir mahbus-ı umûmî hâline getirmiş olan istibdâdın, bu gibi âsâr-ı ciddiyenin ‘adduvv-u ekberi ve intişarının mâni-i müstakili olmasına rağmen bilâd-ı İslâmiye ve Osmâniyenin bir çok cihetlerinden alındığı için, iki bin nüsha olan birinci tab' bundan epeyce zaman evvel tükenmişti.” bk. Mehmed Ârif Bey, Binbir Hadîs-i Şerif Şerhi, Mısır 1325/1909.

[26] Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 34.

[27] Bu sadeleştirilmiş neşirlerden hiçbirinin, gerek akademisyenler ve gerekse normal okuyucu tarafından kullanıma uygun olduğunu söylememiz mümkün değildir. Zira baskıların herbiri, yanlış okuma, paragraf hazfi, sayfa hazfi gibi önemli sayılabilecek hatalarla malüldür. Bu bakımdan eserin tam ve sadeleştiril(me)miş neşirlerine ihtiyaç duyulduğunu belirtmemiz gerekmektedir.

[28] Murad (Mizancı), Mücahede-i Milliye: Gurbet ve Avdet Devirleri, s. 113. Ayrıca bk. Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 79.

[29] Murad (Mizancı), Mücahede-i Milliye: Gurbet ve Avdet Devirleri, s. 113.

[30] Mizan, sy. 163, 1 Şubat 1273/13 Şubat 1896, s. 2388-2391.

[31] Yalnız bu makalenin sonunda da Ârif Bey'in imzasının değil, “Otuzu Mütecaviz İmzâ-yı Mu'teber”şeklinde bir kaydın bulunduğunu da hatırlatmış olalım.

[32] Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 719.

[33] İbrahim Hatiboğlu, Hadîsleri Anlamada Toplumsal Boyut, Dârulhadîs, İstanbul 2000, s. 20. Müellifin, fikirlerinin büyük ölçüde satır aralarında yer aldığı “Binbir Hadîs” adlı eserin gerek Rusya'da (Petersburg) ve gerekse başka coğrafyalarda neşrinin istenmesi/neşredilmesi, bu yankının genişliği hakkında bir fikir edinmemize yardımcı olabilir, bk. Bu makale, s. 11 vd.

[34] Bazı müelliflerin (Burasalı Mehmed Tahir, Eşref Edip, Mizancı Murad gibi) bizzat Ârif Bey ve eserlerine dair satırlar kaleme almaları ve ilgili yayın organlarının çeşitli sayılarında eserleri (dolayısıyla da müellif) hakkında yazıların çıkması, bu fikri desteklemektedir, bk. s. 11 vd.

[35] Örneğin, “Mehmed Akif Bey'in şiirlerinde, yazı ve konuşmalarında bu tesir ve ilhamdan işaretler bulunmaktadır.” Bk. Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 88.

[36] Bu konuda bir örnek olması hasebiyle, Ârif Bey'in Binbir Hadîs adlı eserinde medreselere dair söyledikleriyle, künyesini zikredeceğimiz şu makale karşılıklı okunabilir. Bk. Hâfız Mehmed Sâdık, “Açık Mektup”, Sırât-ı Müstakîm, 7/167, 10 Temmuz 324/20 Zilkâde 1329, s. 165-166.

[37] Bu isme dair malumat 2. Dipnotta yer almaktadır.

[38] Müellifin oğulları hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. Mehmed Ârif Bey, Başımıza Gelenler, s. 69-77.

[39] Müellifin diğer eseri, M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yakın bir zamanda neşredilmiştir (İz Yayıncılık, İstanbul 2006). Bu çalışmada her iki esere dair açıklamalar yer alıyor olsa da Binbir Hadîs-i Şerîf adlı eserin müstakil ve nisbpeten daha geniş bir tanıtımı hak ettiğini düşünmekteyiz.

[40] Mehmed Ârif Bey, Binbir Hadîs, 827. Hadîs.

[41] Mehmed Ârif Bey, Binbir Hadîs, 1. Baskı, s. 13.

[42] Mehmed Ârif Bey, Binbir Hadîs, İkinci baskının önsözünden.

[43] Bursalı Mehmed Tahir Efendi, “Ârif Muhammed (Mehmed) Bey, Erzurûmî”, Osmanlı Müellifleri, Haz. A. Fikri Yavuz, İsmail Özen, Meral Yayınları, İstanbul 1972, II, 40.

[44] Necmeddin Bey'in bir Jön Türk olması hasebiyle, kendisinin yayına hazırladığı bu eserin bu denli revaç bulmasının, Jön Türk Hareketinin kurumsallaşmış hali olan İttihad ve Terakkî Cemiyeti'ne puan kazandırdığını da belirtmek gerekmektedir. Zira o dönemlerde Cemiyet, Mısır merkezli olmak üzere dini eserler neşretmekte ve bu yolla kendilerinin propagandalarını yapmakta idiler. Bk. Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihat Ve Terakki Cemiyeti Ve Jön Türklük 1 (1889-1902), s. 388, dp. 1139.

[45] Kudüslü Ali Rıza En-Nişâşîbî, “Binbir Hadîs-i Şerîf”, Sırat-ı Mustakîm, III/68, 10 Zilhicce 1327-10 Kanun-I evvel 1325, s. 254-5; Müellifin bu isteğinin bir şekilde karşılık bulduğuna şahit olmaktayız. Mehmed Kâzım b. Derviş isimli bir zat, Ali Rıza'nın yazmış olduklarından etkilenmiş ve eseri tüm Müslümanlara ulaştırmayı arzulaşmıştır. Fakat buna gücünün yetmeyeceğini anladıktan sonra, mektepli talebelerin istifadesine sunmak maksadıyla eserin içindeki 300 hadîs-i şerîfi basmak istemiş ve Sırat-ı Müstakim dergisi aracılığıyla mahdum beylerden bu konuda izin istemiştir. Bk. Yüzbaşı Manastırlı Mehmed Kâzım b. Derviş, “"Binbir Hadîs-i Şerif", Sırat-ı Müstakîm, III/73, 10 Muharrem 1328-14 Kanun-i evvel 1325, s. 332-3.; Bu bağlamda, eserin Abdürreşid İbrahim tarafından Tatarca'ya çevrilerek, Petersburg'da yapılan neşrine de (1907) atıfta bulunmak gerekmektedir. Eserin İslam ulemâsının/coğrafyasının kullandığı dillere tercümesi yönündeki istek, Necmeddin Ârif Bey tarafından da dile getirilmiştir. Bk. Mehmed Ârif Bey, Binbir Hadîs, 1. Baskı önsözü.

[46] Eşref Edip, “Ârif”, İslam-Türk Ansiklopedisi, I, 501-2.