Bilimin ve bilimsel ürünlerin var olma sürecinde para yani sermaye tam olarak nerde durmaktadır? Sermayenin belirleyici konumda olduğunu söylemek ilk akla gelen cevap olsa da bu tek başına yeteri kadar aydınlatıcı değildir. Örneğin, çok popüler bir bilimsel ürün olan yapay zekayı ele alabiliriz. Yapay zeka, temelinde matematik, istatistik, bilgisayar bilimi ve dilbiliminin yer aldığı ve nihai noktada bilimsel yöntemlerle geliştirilen modellerin birleşimi sayabileceğimiz bir sistemdir. Ancak, yapay zekâ geliştirmek yüksek maliyetli bir süreçtir: Veri toplama, donanım, enerji, araştırmacı emeği ve altyapı için büyük yatırım gerekir. Bu nedenle sistemlerin biçimi, öncelikleri ve erişim politikaları -doğal olarak- sermaye yapısı tarafından şekillenir. Yani bilimsel bilgi üretimi temelde kolektif olsa da bu bilimsel bilgiye dayalı ürünlerin ve modellerin fiilen “varlık kazanması” sermayenin yönlendirdiği teknoloji politikalarının bir sonucudur. Öte yandan sermaye ise sonuçta birilerinin; istekleri, arzuları, hedefleri, iyi ya da kötü niyetleri olan birtakım insanların elinde olan bir şeydir. Başka bir deyişle, sermaye soyut bir güç değil, insan iradesiyle yönlendirilen bir araçtır. Onun hareketi, sahiplerinin değer yargıları, çıkarları ve dünya tasavvurlarıyla biçimlenmektedir. Bu yüzden gerek bilimin ve gerekse bilimsel bilgiye dayalı ürünlerin yönü yalnız teknik zorunluluklarla değil, iktisadî ve ahlakî tercihlerle de belirlenmektedir.
Bilimin ve bilimsel ürünlerin sermaye ile olan bağlılık ve hatta kimi durumlarda bağımlılık ilişkisi hiç şüphesiz yalnızca modern döneme özgü bir olgu değildir. Her ne kadar söz konusu ilişkinin modern döneme özgü bazı yönleri olsa da sermayenin bugün için ulaştığı miktar ve güç büyüklüğünü dışarıda tutarsak tarih boyunca bilim-para ilişkisi benzer şekilde yürütülmüştür. Bu yazıda, bilim ile para/sermaye arasında cereyan eden ve büyük oranda ikincinin belirleyici olduğu ilişkinin nedenlerine ve nasıllarına dair birkaç temel tespitte bulunmaya çalışacağız.
1. Patronaj/Hâmîlik Bilimin Varlık Sebeplerinden Biridir
Bilim tarihine biraz yakından bakıldığında, bilgi üretiminin hiçbir dönemde maddi destekten tamamen bağımsız olmadığı rahatlıkla görülebilir. Antik dönemde Miletoslu doğa filozoflarının arkasında şehir devletlerinin kaynakları, Orta Çağ'da manastırların ve medreselerin arkasında kurumsal yapılar, Rönesans'ta soylu ailelerin himayesi vardır (Shapin 2010). İbn Sînâ'nın böylesine verimli bir yazın hayatının olabilmesinde Büveyhî hükümdarı Şemsüddevle'nin yardımının(Alper 1999), Fahreddîn er-Râzî'nin bunca esere ve öğrenciye sahip olabilmesinde Irak Selçukluları, Horosan Emirlikleri ve Harzemşahlar'ın (Tatlısumak 2016) himayesinin, Jeremiah Bentham'ın yaşamını entelektüel faaliyetlerle doldurabilmesinde ve hatta kendisinin uluslararası liberalizmin önemli bir ismi haline gelebilmesinde babasından kalan büyük servetin (Anay 2011) katkısı asla göz ardı edilemez. Günümüze geldiğimizde ise devlet fonları, vakıflar ve özel şirketlerin benzer işlevi sürdürdüğünü görmekteyiz. Şu halde diyebiliriz ki, bilimsel araştırma bir düşünce etkinliği olduğu kadar maddi bir faaliyettir. Deney, laboratuvar, ekipman, veri altyapısı ve yayıncılık faaliyetleri büyük ekonomik kaynak gerektirir. Dolayısıyla bilimin kurumsallaşması, bir tür patronaj/himaye düzeni olmadan mümkün değildir. Patronaj, bu anlamda yalnızca finansal bir destek değil, aynı zamanda bilginin kurumsal ve kültürel çerçevesini belirleyen bir ilişkidir.
2. Para Bilimin Yönünü Belirler
Bilimin ve özellikle de modern bilimin yapısı, fon akışlarıyla yönlenen bir ekosistemdir. Devlet fonları, uluslararası programlar ve özel sektör destekleri, hangi araştırma konularının “öncelikli” sayılacağını belirler. Bu bağlamda para, bilimsel merakın rotasını çizen bir pusuladır diyebiliriz. Örneğin, ülkemizin bilim insanlarını destekleyen en önemli kurumlarından biri olan TÜBİTAK, her bir bilimsel çalışma alanı için farklı miktarda ve sürede fon ayırmaktadır. Bu bağlamda bazı alanların öncelikli olması ve daha fazla desteklenmesi (Tübitak 2024-2025), yapılacak bilimsel çalışmaların nereye yöneleceğini ve nerede yoğunlaşacağını da belirli oranda tayin etmektedir. Yine benzer biçimde Avrupa Birliği'nin Horizon programları, sürdürülebilirlik ve dijitalleşme temalarına milyarlarca avro ayırırken, bu alanların dışında kalan birçok temel araştırma görece görünmez hale gelmektedir.
3. Para Bilimin Sonuçlarını Nasıl Belirler
Bilimin para ile olan ilişkisinde en tartışmalı boyutlardan birisi budur. Şöyle ki, para yalnız araştırmanın yönünü değil, sonuçlarının yorumunu da etkilemektedir. Bunun en başat nedeni, bilimsel bilginin yalnız deneysel veriden değil, bu verinin üretildiği kurumsal bağlamdan da doğuyor olmasıdır. Fon sağlayıcıların beklentileri, hangi sonuçların yayınlanabilir ve dolayısıyla da hangi sonuçların “önemli” sayılacağını belirlemektedir. Elbette ki bu seçilim doğrudan manipülasyon biçiminde olmak zorunda değildir; ama görünürlük, yayıncılık ve etki faktörü sistemleri üzerinden dolaylı bir filtreleme mekanizması oluşturulmaktadır. Örneğin, diyelim ki çok önemli ve iyi bir yayın hazırladınız. Her bilim insanı bilir ki, bunun yayınlanması sadece sizin çabanıza bağlı değildir. En basit haliyle, yayınevinin/derginin ilgili meseleye “kendi bakışı”, “yayın politikası” burada doğrudan devreye girmektedir.
4. Para Popülerleşecek/İlgi Görecek Bilim Dallarını Belirler
Bilim dallarının popülerliği kültürel ilgiden çok sermaye beklentilerine dayanmaktadır. Son yirmi yılda yapay zekâ, genetik mühendisliği, veri bilimi gibi alanların yükselişi, çok açıktır ki, bu disiplinlerin ekonomik getirisiyle paralel olmuştur. Bu duruma bakarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Fon akışı yoğun olan alanlar hızla akademik merkezlere dönüşmektedir. Örneğin, felsefe eğitiminin ve felsefî yayın üretiminin ülkemizdeki görece zayıf durumunu ele alalım. Ülkedeki felsefî düşünme becerisini ve felsefe eğitimini daha ileri düzeye taşımak için görece büyük bir miktar fon ayrıldığını varsayalım. Açıktır ki, çok kısa bir süre içerisinde felsefeye olan ilgi düzeyinde, felsefe eğitimi veren vakıf/dernek adedinde, felsefî nitelikteki eserlerin çeşitliliğinde ve sayısında muazzam bir artış kaydedilecektir. Bu durum istisnasız her bilim dalı için geçerlidir diyebiliriz.
5. Sonuç: Sağlıklı Bir Toplum-Bilim İlişkisi Nasıl Olmalıdır?
Bilim ve para arasındaki ilişki, kaçınılmaz ama yönlendirilebilir bir ilişkidir. Bilim parayı takip eder, çünkü bilgi üretimi maliyetlidir; ancak paranın bilimi nereye doğru yönlendireceği hususu toplumsal değerlerin belirlediği bir meseledir. Gerçek soru, “bilim parayı mı takip etmelidir?” değil, “para hangi bilimi desteklemelidir?” sorusudur. Şu halde, madem ki bilim-para ilişkisinde paranın denklemden çıkması çok da mümkün değildir, o zaman sağlıklı bir bilim-para ilişkisi nasıl olmalıdır? Bu ilişki, ne bilimin bütünüyle piyasa mantığına teslim olduğu neoliberal modele dayalı ne de bilimi toplumdan soyutlayan romantik özerklik idealine dayalı bir model olacaktır. Denge, bilimin finansal kaynaklara erişimini sürdürürken ahlakî ve kamusal hedeflerden sapmamasıdır. Şeffaflık, çoğulculuk ve hesap verebilirlik ilkeleri bu ilişkinin temelini oluşturmak zorundadır.
Kaynakça
Harun Anay, “Jeremy Bentham'ın Etkisi ve Yararcılığın Çağdaş Arap Düşüncesine Girişi”, Osmanlı Araştırmaları 37 (2011), 106.
Ömer Mahir Alper, “İbn Sînâ”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 1999), 20/321
Steven Shapin, Never Pure (Baltimore: Johns Hopkins University Press, 2010), 210.
TÜBİTAK 2024-2025 Öncelikli Ar-Ge ve Yenilik Konuları; https://tubitak.gov.tr/tr/kurumsal/politikalar/tubitak-2024-2025-oncelikli-ar-ge-ve-yenilik-konulari.
Uğur Tatlısumak, Osmanlı Uleması ve Patronaj İlişkisi (Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016), 180.f